AFRİKA’NIN İNCİSİNDE İKİ HAFTA

II. YAZI

Gideceğimiz ülkeler belli olduktan sonra yol arkadaşlarımla tanıştım. Dört kişiydik. İllerimiz, fakültelerimiz, yaşlarımız farklı olmasına rağmen birbirini tamamlayan lego parçaları misali uyumlu, mıknatıs gibi birbirini çeken insanlardık. Siyam kedileri kadar dinamik bir takım olmuştuk. En büyüğümüz Murat Ağabey Erzurum’dan, yaşıt olduğumuz Talha Aydın’dan, Ömer Faruk da Kahramanmaraş’tandı. Bendeniz de Tavşanlı’dan olunca, ortaya bir Anadolu mozaiği çıktı.

Daha sonra hummalı bir imece başladı. Gideceğimiz yerlere ilişkin hazırlıklarımızı yapmak üzere yol arkadaşlarımızla bir araya geldik. Biz pek bir şey almadık açıkçası. Varacağımız yerde misafir olacağımız vakıf, Türk yardımseverlerin kurduğu ve yönettiği bir vakıf olması hasebiyle bir zorluk yaşayacağımızı düşünmüyorduk. Yalnızca Ramazan ayında olmamızdan mütevellit, sahur için bir şeyler almamızın iyi olacağını düşündük. Konserve türü birkaç yiyecek aldık.

Atatürk Havalimanı’nın her nefeste adrenalin dopingi yapan atmosferinde, inip kalkan her uçakla biraz daha irtifa kazanan gönlümü sakinleştirmek için bekleme salonunda volta atmaya başladım. Tarifsiz bir sürûr vardı gözlerimizde. Nihayet kapılar açıldı ve uçağa bindik. Uçağa ilk binişimin verdiği heyecanla pencere kenarına heveslenmiştim ama nasip olmadı. Yolculuğumuz akşamüzeri olunca, bu duruma bir de cam kenarında olamamam eklenince, yolculuğun verimini arttırmak adına birkaç kitap, dergi; bir de not defteri aldım yanıma.

Bir düşünün, meşhur seyyah Evliya Çelebi’nin yanında defteri olmasaydı bugün isminden bahsediyor olur muyduk? Bu yüzden seyahatlerinizde mutlaka bir not defteri bulundurun derim.  Zira yolculuklar, zihnimizi cilalandırır, tefekkür kıvılcımlarını ateşler. Nereye, ne zaman, nasıl olursa olsun her seyahat, gönül ufkumuzda kendimizi bulmaya yaklaştırır. Yolculuklarda gönlümüze damlayan nâdide cümleleri, tekrar tekrar okumak, anlamak, tefekkür etmek için kaydetmek gerekir. Yolculuk boyunca şahit olduğumuz ibret dolu kimi tatlı, kimi acı hadiseleri not etmek, ileride o ânları yeniden hatırlamaya ve en önemlisi başkalarının da bu hatıralardan istifade etmesine vesile olur. Zira insan, insan için bir tecrübedir.

Ramazan ayı olması hasebiyle niyetliydik. Yola çıkmadan önce uçakla yolculuk yaparken, iftar vakti için o ân bulunulan noktanın baz alınması gerektiğini okumuştum. Uçak personeli iftar vakti girmeden yemek servisine başlamıştı. Arkadaşlarla ne yapacağız dercesine birbirimize baktık. Bu muallak durumu yok etmek adına, o ân yanımızdan geçen hostlardan birini çevirip, “Abi” dedim, “Sana zahmet bizim yemekleri iftar vaktinde getirebilir misin?” “Tabii ki” dedi gülümseyerek, “Siz haberdar edin, hemen getiririm.”

Her şey güzeldi de bir türlü aklıma yatmayan bir şey vardı. Vakit girmişti fakat gökyüzü hafif aydınlıktı hâlâ. İşte o ân bir dilemmanın ortasında kaldım. Arkadaşlar açmamız gerektiğini, bundan tabii bir şey olmadığını söylüyorlardı ama gönlüm aksi bir çocuk gibi, parmağıyla dışarıyı göstererek, “Hava aydınlıkken oruç mu açılır?” dercesine mızıkçılık yapıyordu.

Nihayetinde arkadaşlarımın da telkinleriyle güzel bir şekilde iftar ettik. Evet, bize hizmet etmek o personelin göreviydi ama nedendir bilmem, kendimi mahcup hissettim. Canhıraş bir şekilde koşturup, bunun yanında da eksik etmediği tebessümüyle yaptığı hizmetin güzelliğini nice sayıya katlamıştı. Buradan yine teşekkür etmek isterim.

Takribi beş saatlik bir yolculuğun ardından ilk durağımıza gelmiştik, yani Kigali Uluslararası Havalimanı’na. Uganda’nın güneybatısında bulunan ve aynı zamanda komşusu olan Ruanda’nın başkenti Kigali’ye inmiştik. Uganda’ya Türk Hava Yolları’yla giderseniz, Kigali üzerinden aktarmalı gitmek zorundasınız. Ama dönüşte aktarma yok, doğrudan İstanbul’a gelebiliyorsunuz. Bu yüzden gidiş yedi, dönüş beş saat.

Kigali’ye indikten 15-20 dakika sonra hummalı bir koşuşturmaca başladı uçağın içinde. Hostlar ayrı, hostesler ayrı, yolculardan bazıları ayrı koşturuyordu. Uçağın içi, köyden ilçeye sefer yapan dolmuşa sığmaya çalışan insanların manzarasını anımsattı. Gergin film sahnelerini aratmayan uykulu ve düşünceli bir bekleyişten sonra tekrar havalandık.

Ne olduğunu sona sakladım zira biz de sonradan öğrendik. Ugandalı bir yolcunun yerinde olmadığı farkedilmiş. Bu aklı evvel arkadaşımız, rahatına düşkün olduğundan mıdır yoksa manzara müptelası olduğundan mıdır bilinmez, başka bir koltuğa geçmiş. Geride kalan dakikalar boyunca onun bulunmasını, daha doğrusu ayılmasını beklemişiz. Havalandıktan iki saat sonra artık son durağımızdaydık, yani Entebbe Uluslararası Havalimanı’nda.

Deruhte Dergi

Deruhte Dergi, kendini içinde bulunduğu işin tamamından mesul görenlerden oluşur. Biz işin bir ucundan tutarak vicdanını rahatlatmayı başaramayanlarız. Edebiyatı umut ve kaygı ile seyrediyor ve bu kaygının diri tutulmasını umudumuz adına önemsiyoruz. Yazmayı salt ‘vakit öldürme aracı’ veya piyasaya(!) ürün sunma imkânı olarak görmemekte ısrar ediyoruz. Deruhte Dergi ekibi, ismiyle müsemma olmayı en büyük paye kabul eder.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir