BENLİĞİN TEBLİĞİ
Farklı dönemlerin kendine özgü farklı dertleri olur. Önceki dönemlerin dertlerini belki biliyoruz belki de bilmiyoruzdur ama günümüzün dertlerinin içinde buluveriyoruz kendimizi. Gündem olaylar, siyasal politik bağırışlar, sosyal vakalar, doğal oluşumlar derken herkesin muhakkak fikir beyan ettiği bu çağda bizim de bir iki cümlemiz olsun isteriz elbet.
Tüm bu olayların yanında Müslüman gencin duruşu, durabiliyor oluşu ya da yıkılışını ele almak asli görevimizdir dedim ve bolca kendimizi düşüneceğimiz, bu anlatılanların neresinde olduğumuzu sorgulamamız gereken bir konuya, yani sürekli evrilen topluma, algı oyuncuklarına, bizim gözümüzden çevreyle uyum sağlayayım derken değerlerinden vazgeçen gençleri de konuşmak istedim.
Söylerken susmak, bağırırken fısıldamak, koşarken emeklemek ya da bunlara mecbur hissetmek… Gelişen, zamanla yozlaşan kültür algısı bize büyük siyah bir kapı araladı: Popülarite. Yusuf Kaplan’ın da dediği gibi, “Algıların imparatorluğunda yaşıyoruz.” Bir şekilde gerek okulda, gerek arkadaş ortamında ya da iş ortamında popülaritenin bize getirdikleri, bir de bizden götürdüğü değerlerimiz var. Bunca gelgitler olurken şuurlu Müslüman olma amacındaki bizler ne yaptık? Sustuk mu? Uyduk mu? Direndik mi?
Aslında bu, sosyal psikolojinin yıllardır konuştuğu, konuşmayı ilerletip üzerinde deneyler yaptığı, bizlerin ise değerlendirip içindeki hakikate vakıf olmamız gereken bir konu.
Psikolojide uyma davranışının etkileri, bilgiye dayalı sosyal etki ve normatif sosyal etki olmak üzere ikiye ayrılır. Bizim üzerinde duracağımız ve tecrübesini sıklıkla yaşadığımız taraf, normatif etkidir. Normatif etki, kişinin içinde bulunduğu toplumda dışlanmamak, onaylanmak yahut ayrışmamak için gösterdiği farklı davranışlardır.
Kendimize referans grupları edinmek ile başlıyor düşüncelerimiz. Bu referans gruplarını inanç, tutum ve davranışlara göre belirleriz. Belirlemeliyiz mi demeliydim? Hangimiz fikrini ve ilmini arkadaşlar arasında kabul görmek için seçip yontar ki?
Seçip, yontuyoruz. Öyle bir yapıyoruz ki; bir bakmışız söylemlerimizin, hal ve hareketlerimizin, düşüncelerimizin hiçbiri bizim değil. Halimizi teşbih edebilmesi açısından Asch çoğunluğa uyma deneyi, Muzafer Sherif sosyal etki deneyi, asansör deneyi, sürü psikolojisi deneylerine bakmanızı öneriyorum.
Bir tarafta ben olabilmek ve bunu Müslüman kimliğimiz üzerine inşa edebilmek, Peygamber efendimizin hayatını rehber edinebilmek, Hz. Ömer gibi güçlü olabilmek, Hz. Sümeyye duruşu ile davası uğruna can verebilmek, Hz. Ali’nin ilmine şereflenip, Hz. Ebubekir’in dostluğu ile kucaklaşabilmek ve sayısız örnekleri hayatımıza geçirebilmek için çabalamak; tüm bunları yapmaya çalışıyorken bir tarafta da Cahiliye Döneminin hurafelerine inanmamak, Ebu Cehillerin oyunlarına düşmemek ve yürürken önümüze konacak dikenlerin engeline takılmamak önemlidir.
Sürü psikolojisi her zaman seni yanlış otlağa götürmez ama içinde bulunduğun sürünün ne kadarı senin değerlerinle harmanlanmış bakmak icap eder.
Susmak ve direnmemek bir gencin öncelikle kişiliğinin oturmadığının göstergesidir. Alfred Adler’e göre insan eksikliğin üstesinden gelmeye çalıştığı zaman aşağılık duygusunu yaşar. Eksikliğin aksine benzerini göremeyeceğiniz bir dinin ve kültürün çocuklarıyız.
Sınıf ortamımızı düşünelim, çoğunluğun hemfikir olduğu popüler fikre karşı, “Hayır ben öyle düşünmüyorum, bu düşünce dinimle ve kültürümle uyuşmamaktadır.” diyebiliyor muyuz? Koronavirüs ile imtihanımız olan bu zamanda ilmin yanında maneviyatımızla olan çabalarımızdan dahi rahatsızlık duyan, hâlâ da insanların giyim tercihinin iğne gibi battığı, birlik olmaktan dahi sevinç yaşayamayacak özenti benlikle mücadelemizin olması acı ama gerçektir.
Fikrimiz ne olursa olsun duruşumuzun ve “kendi fikrimizin” olmasından bahsediyorum. Ben de varım, böyle düşünen gençler de var deyip sosyal normatif etkiye direnmek gerçek kişilik oluşumu olacaktır.
Üstat Necip Fazıl duruşu ile ne de güzel örnek olmuş bizlere:
Devrimiz, ideolocyaların kıyamet günü… Bu devirde eline kalem almak cesaretini gösteren her insan, yapacağı en beylik teşbih ve kullanacağı en ucuz nükteyi bile, herkesçe malûm bir dünya görüşünün ölçülerine dayamak zorundadır.
O yazar, bu çizer; o söyler, bu susar; o atar, bu tutar; nedir bu curcunanın temeli? Cızır cızır öten bu kalemlere:
−Dünya görüşünüz nedir?
Diye sorulsa, acaba kaçı cevap verebilmek iktidarında? Muallâkta fikir, muallakta sanat, muallakta cemiyet….”
…
Ve şöyle ekliyor:
“Ben buyum:
1) Milliyetçi -Anadolucu(Kopya Avrupacılığına zıt)
2) Ruhcu(Maddeciye zıt)
3) Maveracı(Ham softaya zıt, dinsize zıt)
4) Şahsiyetçi- Keyfiyetçi(Standart ölçülere zıt)
5) Mülkiyette tahditci(Büyük ferdi sermayecilige zıt)
6) Sanat, fikir ve ilimde tecridci-safiyetci(Köksüz ve kabataslak teşhis sistemlerine zıt)
7)Kafa ve ruh mümtaziyeti bakımından sınıfçı(Antidemokrat)
8) Tek görüş etrafında müdahaleci(Antiliberal)
Bugünkü dünya rejimlerine nispetle öz:
Hususî bir görüş zaviyesinden antikomünist antifaşist, antiliberal!
İşte benim ana hatlarım! Bunları fikir namusu zoruyla ve serlevha ağzıyla bildiriyorum.”
Böyle üstatlara layık gençler olabilmek, psikolojik algılardan uzakta kendi benliğimizi bulabilmek, duruşumuzu belirlemek ve nefsimizi aşabilmek duasıyla Cahit Zarifoğlu’nun sözü ile yazımı sonlandırmak isterim.
“Bir duruşu olmalı insanın;
Bir bakışı,
Bir anlayışı,
Bir aşkı,
Bir davası olmalı.”
Yazar günümüz şartlarını çok güzel ele almış, yazıyı okurken hem düşündüm hem duygulandım. Ben diyebilmek üzere ,ellerinize sağlık Melike hanım. 🌺
Gerçekten çok doğru bir yere değinmişsiniz bu güzel denemeniz için elinize sağlık.
Yazınızda değerlerimizi doğu batı senteziyle çok güzel harmanlamışsınız ve güncel, güzel bir bakış açısıyla ele almışsınız kaleminize sağlık💐