BİR KALBİMİZ VAR!

Bir prens daha doğdu, bir prenses annesinin kucağında. Bir prens sokakta top koşturuyor, bir prens saklambaçta aradığı prensese kavuşuyor, bir prenses tüm güzelliğiyle kaldırımlara mührünü basıyor. Bir prenses rüyasında huzurlu, bir prenses gözlerinde yıldızları misafir ediyor. Bir prens gezegenleri gezip dünyada sabit kalıyor, bir prenses bulutlar üstünde… Parkları dolduran prensler görüyorum salıncak sırasında, tahterevallide iki prenses denkliği sergiliyor ve balonlar hediye ediyor bir prensle prenses gökyüzüne… Uçurtmalar kuş oluyor bir prensin ellerinden, bir prensesin elinde gül; kendisine kokusunu vermiş gülün ve en çokta gülen prensler var prenseslerle yeryüzünde…

Evet, hepimiz prensiz ya da prenses. Küçük prensle kaç yaşında tanıştınız bilmiyorum, kaç yaşında gezdiniz gezegenleri, kaç yaşında kiminle karşılaştınız? Hayatınızdan hangi gül bahçelerini, bitkileri, hayvanları ve hatta insanları kaç yaşında görmezden geldiniz? Neyi evcilleştirip neye yabancılaştınız? Haklarınızın ve özgürlüklerinizin kavgasını sürdürürken hangi sorumluluklarınızın farkında kaç yaşında kalabildiniz? Dünyanın kaç yüzünü gördünüz ve kaç yüzü kaldı görmediğiniz? Mesela kaç yaşından beridir yıldızlara gülerek bakıyorsunuz? Kaç’la başlayan miktar sorularından vazgeçemeyip büyüklere benzediğim için özür dilerim. Böyle sorular sorabiliyorken çocukluktan nasıl bahsedebilirim şimdi? Yine de kalemime müsaade etmeliyim, susmayıp konuşmalıyım; “Bir prens olmanın, prenses olarak kalabilmenin tek şartı, küçüklüğümüzü koruyabilmek olsa gerek, Küçük Prens’le tanıştığımızdan beri en azından”, diyebilmeliyim.

Hepimiz büyüdükçe küçülen, yaşlandıkça çocukluğumuzla birlikte duygularımızdan, isteklerimizden ve dahi kendimizden uzaklaşan, uzaklaştıkça karmaşıklaşan insanlarız. Büyüdükçe neyi aradığımızı, hayallerimizi ve anlayışımızı kaybediyoruz. Yaşama ve yaşamaya dair bütün sırlarımızı feda ediyoruz senelere. Her feda ettiğimiz kendimize veda ediyoruz büyüdükçe. Kendiliğini koruyan, yaşama ve yaşamaya ait doyumuna büyümek adıyla ket vurmayan her çocuğun anlayışına muhtaç kalmamız bu yüzden. Feda ettikleriyle vedalaşan büyükleri hoş görmeye alışmalı bu sebepten çocuklar. Çocuklar bize anlayışı, hoşgörüyü, umudu, hayal kurmayı, bir hayalin peşinden koşmayı, sahiplenmeyi, evcilleşmeyi, değer vermeyi, değerini bilmeyi ve hatta gülebilmeyi öğretmeli. Çocuklar bize çocukluğu hatırlatmalı. Ve büyükler en çok da çocuk kalabilmeyi aklından, kalbinden ve yaşamından çıkarmamalı. Çocukluğumuzdan saklı hazinelerimiz olan hayallerimizi ve anlayışımızı korumalı ve günümüze aksettirmeliyiz. Her çocuğun güzelliği bir sırra sahip olmasında… Güzelliği insanın gizliliğinde… Sırrını saklamalı insan, gizli kalabilmeli ancak çocukluğunu bir sır gibi saklamamalı. İçimizdeki çocukla büyümeye ihtiyacımız var. İçimizdeki sayılara, kalıp düşüncelere, sadece ağızdan çıkan sözcüklere dikkat kesilip oluşan yargılara yani içimizdeki büyüğe sus deyip çocukluğumuzu konuşturmalıyız. Sandığın içindeki koyunu görebilmemiz için, fil yutmuş bir baobabı fark edebilmemiz için yapmamız gereken tam da bu değil mi?

İçimizdeki büyüğün susmayışıyla, “Ne kavranılmaz bir yer şu gözyaşı ülkesi?” Herkesten verebileceği kadarını istemediğimizden mi, kendini beğenmişlerin çokluğundan mı, ön yargılarından öteye geçemeyip kendini yargılayamayanların varlığından mı, arkadaşını unutan insanların dünyaya katkılarından mı, yoksa hiçbir arkadaşı olmayan, insanlar içinde yalnızlık çekenlerin yüzünden mi dünyanın bu hali? “Dünya başka gezegenlere benzemez!” İçinde insan büyükleri var. Çocukların yönettiği bir dünyanın hayalini kuruyorum şimdi. Ciddiyetinize neden olabilecek sayılardan birazcık düşünmeye fırsatınız varsa çocukların yönettiği bir dünyanın hayalini kurmanızı tavsiye ediyorum? Okumaya devam edebilmeniz için gözleriniz açık kalmalı ancak hayalinizden kopmamanızı istiyorum. Hangi dünya savaşının içinde kaldınız, hangi cezaevini nereye kurdunuz, hangi hastanede kimler tarafından yayılmış salgın hastalıklara sahip insanlar? Hangi insan mahcup yaşamakta geçimini sağlayamamaktan, hangi coğrafyada hüzün bulutu var gökyüzünde, hangi iklimden sonra gözyaşı ardı kuraklık yaşamakta insanlar? Hangi ülkenin üstünde uçan kuşlar ateş saçıyor, hangi kurşun; kalem yerine silahta kullanılmış? Hangi ölümün tetiğinde insan var, hangi ölümün tetiğini çekmeye can atıyor insanlar? Hayallerinizle uyuşmayan sorularımda ısrar etmekten kaçınmalıyım. Hüzünle anılıp kavgayla küçülen dünyayı, çocukların ele alıp tebessümün sığışmayacağı dünyaya, taze açan bir çiçeğe dönüştürdüğü güzel hayallerinizi kurmaktan asla vazgeçmeyin.

Bir çiçeğe ihtiyacı var. Dünyanın bütününü talep eden insanın ihtiyacı sadece bir çiçeğe. “Kökleri yok, yaşamları güç oluyor bu yüzden” insanın, ancak bir çiçekle bütün güçlüğü ortadan kalkacaktır diye düşünüyorum. Hazır satan dükkanlarda dost aramaktan, üretmeyip hazıra konmaktan, bir güzel söze, bir kitaba, bir dostla muhabbete zaman ayıramamaktan vazgeçmeli insan. Yoksa bizim dünyada insanlar Küçük Prens’in anlattığı gibi garip kalacak.

“ “Sizin dünyada insanlar,” dedi Küçük Prens, bir bahçede beş bin gül yetiştiriyorlar, yine de aradıklarını bulamıyorlar.”
“Bulamıyorlar” dedim.
“Oysa aradıkları tek bir gülde, bir damla suda bulunabilir.”
“Doğru” dedim.
Küçük Prens ekledi:
“Ama gözler kördür, insan ancak yüreğiyle baktığı zaman gerçeği görebilir.””.

Gözlerimiz kör, içimizdeki büyük hiç susmuyor, elde ettiklerimizi saysak beş bin gülle dolu bir bahçesi var her birimizin sahip olduğu ve sahip olmadığı bir adet dostu… Gözlerimizle, gerçekten uzak kalarak sürdürmeye çalıştığımız ömrün içinde hepimizin bir yüreği var yabancı kaldığı… Bir çocuğun anlayışına, bir gülün evcilleştirmesine, bakanın yüreğimizin olmasına ve içimizdeki çocukla büyüyüp küçük kalmaya ihtiyacımız var. Bir kalbimiz var!

Deruhte Dergi

Deruhte Dergi, kendini içinde bulunduğu işin tamamından mesul görenlerden oluşur. Biz işin bir ucundan tutarak vicdanını rahatlatmayı başaramayanlarız. Edebiyatı umut ve kaygı ile seyrediyor ve bu kaygının diri tutulmasını umudumuz adına önemsiyoruz. Yazmayı salt ‘vakit öldürme aracı’ veya piyasaya(!) ürün sunma imkânı olarak görmemekte ısrar ediyoruz. Deruhte Dergi ekibi, ismiyle müsemma olmayı en büyük paye kabul eder.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir