BİR KAP YOĞURT
“El pueplo unido , jamás será vencido…”
“Gençken bu marşı ne çok söylemiştik sokaklarda, gerçi söyledik de ne oldu sanki?” dedi ve güldü. Dışarıya çıkmaya karar vermişti, sokaklarda onu bir şey bekliyormuş gibi hissetti veya gençken, başıboş gezerken söylediği bu marş onda eski heyecanları geri getirmişti. Tıraş olmak için banyoya yöneldi, hâlâ aynı marşı söylüyordu, mutfağın önünden geçerken eşi:
-Ne mırıldanıyorsun Mehmet Bey?
-Şili sosyalist marşı hanım, bilir misin?
-Nereden bileceğim öyle Moskofça şeyleri Allah aşkına?
Mehmet gülümsedi.
-Ben de bilmem zaten hanım, gençken bir arkadaş öğretmişti, gerçi geçmişte kaldı şimdi.
Banyoya gitti ve tıraşına başladı. Mehmet o gün uzun süre sonra evden çıkmaya karar vermişti. Yıllardır olduğu gibi önce aynanın karşısına geçti, tıraşını oldu, bu hale gelmesi için yıllarını verdiği yüzündeki çizgilere baktı. Mavi bir pantolon, üzerine de kızının aldığı gömleği giydi. Ayakkabılarını boyadıktan sonra şöyle uzaktan bir baktı boyasına, montunu aldı, kasketini giydi, eşine dönüp:
-Bir şey lazım mı?
-Gelirken bir kap yoğurt alsan iyi olur.
Bu sırada ayakkabılarını giyiyordu. Pırıl pırıl olan ayakkabıları eşinin dikkatini çekti:
-Bu hazırlık kimin için Mehmet Bey?
Mehmet sadece bir “görüşürüz” ile karşılık verdi. Dışarı çıkınca soğuk, yüzüne vurdu. En çok bu havaları severdi Mehmet. Kızı bu havalarda doğmuştu, iş aradığı zamanlar eve dönüş yolunda elleri ceplerinde hayatı böyle havalarda sorgulamıştı, böyle havalarda gülmüş, böyle havalarda mahvolmuştu Mehmet. Şu hayatı hiç yaşamamış gibi hissediyordu uzun zamandır. Ona göre erken yorulmuştu hayatta, yaşamak zorunda olması dışında bir sıkıntısı yoktu şu sıralar. Hâlbuki yaşamıştı hayatı, hayaller kurmuştu gençken, onun da annesi evden giderken Allah’a emanet etmişti onu. “Belki de bu yüzden hala yaşıyorum.” diye geçirdi içinden. Âşık olduğu kişiler geldi aklına, “Acaba şimdi nasıllar? Kaldı mı acaba bedenlerinde o genç güzelliklerinden bir parça, ne yaşadılar şu hayatta, kiminle evlendiler?” Mutluydu aslında hayatından, eşi ondan sadece bir kap yoğurt istiyordu. “Daha ne olsun?” diye geçirdi içinden.
Uzun süre yürüdü, bir anda kendini emekli olduğu fabrikanın önünde buldu. “Bizim için yol bitti demek, güle güle Zafer Binası.” dedi ve evin yolunu tuttu. Dönüş yolunda rahattı, belki eve gidince sevdiği bir yemek olacaktı veya kızı ziyarete gelmişti. İlk kez bu yol onun için farklı bir hal almıştı. İşinden eve dönüyor gibi hissetmiyordu artık bu yolda. İçinden, “belki hanım suyu ısıtmıştır” dedi ve güldü. Bir markete girdi, fiyatlara iyice bir göz attı. Haftalık alışverişini ayarladı kafasında ama sadece yoğurdunu alıp çıktı marketten çünkü eşi isteği dışında bir şey alınca kızıyordu ona. Aldı poşeti eline, evin yolunu tuttu. Bir yandan da yıllar önce kavga ettiği Muzaffer Efendi’ye aslında söylemesi gerektiği şeyleri düşünüyor, niçin o gün öyle demedim diye dert yanıyordu. Dalıp gitmişti yine anılara… Tam bu sırada bir başkası da başka şeylere daldığı için görmedi karşıdan karşıya geçen Mehmet’i. Mehmet sıkıca tuttuğu yoğurt poşetiyle havalandı ve düştü kaldırımın üzerine. Evine götürdüğü nevaleyle kanı aynı zeminde birbirine karışmıştı. Üç gün sonra cenaze namazı kılındı. Hakkını helal edenler ve sevenleri gelmişti. Ölümünün kritiği yapıldı, sonra herkes evden çıktı gitti. Eşine bir ömür boyu sürecek bir başsağlığı bıraktılar. Herkes gidince eşi, rahmetlinin zaten pırıl pırıl olan ayakkabılarını boyamaya başladı. Boyadıktan sonra uzaktan bir göz attı boyasına ve son kez kapının önüne bıraktı.
Sürükleyici ve üzücü -_-
Yazarın iç dünyasını ve düşünce tarzını yansıtan sade bir hayat ele alınmış hoş bir hikaye.
Umuyoruz yazarın iç dünyasına gelecekte girecek olan ışık süzmeleri ile, yazarın kalemi daha umut dolu mısraları bizimle paylaşır.
Devamının gelmesi dileği ile…