EDEBİYAT BAHİSLERİ
Îcâd, Mevzû
Îcâd fikrin bir mücahedesidir ki gerek mevzû, gerek mevzûa ait tevsîât hep o sayede bulunabilir.
Bir mevzûa zafer-yâb olabilmek yani o mevzûda mündemic meanîyi, nikâtı keşfedebilmek için en birinci şart iyice, etraflıca düşünerek mevzûu hamlıktan kurtarmak, olgun bir hale getirmektir. Meşâhîrden birinin dediği gibi “Mahzâ mevzû üzerinde lüzumu kadar i’mâl-i fikr etmediği için bir müellif eserini yazarken müşkilât içinde kalır.”
Edîb için herşeyden evvel mevzûunu, kelimenin bütün manasıyle hissetmiş olmak lazımdır. Evet, işin güçlüğü yazmakta değil, yazmaya başlamazdan evvel hissetmektedir. “Ancak iyi hissolunan zeminler iyi tasvîr edilebilir” sözü pek kıymetli bir düstûr-ı edebîdir.
Vaktiyle bir felaket geçirmiş, bir acı görmüş olursunuz; mazi-i hayatınızın elîm bir safhası gözünüzün önünden geçer. İşte sizin için bu gibi mevzûları hissetmek kadar kolay bir şey olamaz. Binaenaleyh bunları tasvîr etmek isterseniz fevkalâde bir surette muvaffak olursunuz. Lakin hüner böyle yâd-âşinâ bir mevzûu değil, insan yabancı bir mevzûu intihab ederek onu kendisine doğru çekip getirmek, temsil etmek ısındırmaktır, bir halde ki o mevzu bütün safahâtıyle görülebilsin, hissolunabilsin.
Eğer yazmaya başladıktan sonra manalar, fikirler birbirini velyetmek suretiyle kayd-ı tertîbe girmiyorsa demek, mevzûunuz henüz size râm olmamış, daha kemâle gelmemiş. O halde aynı mevzû üzerinde tekrar i’mâl-i fikr etmek, uzun uzadıya düşünmek iktiza eder; o zamana kadar ki karîhanızda bir cûş u hurûş başlasın da kendinizde bir an evvel yazıp kurtulmak için adeta bir ihtiyaç hissedesiniz.
Evet, hakiki talâkat, hakiki ilham-ı sanat ancak o vakit gelebilir.
Mevzûu meşîme-i karîhada uzun müddet taşımak, cenîn-i sâkıt gibi vaktinden evvel meydana çıkarmaya özenmemek, iyi yazmanın en birinci şartıdır. Maamafîh işe başlamazdan evvel bu kadar şeraite inkıyâd herkes için kat’î değildir. Öyle edîbler vardır ki saatlerce hatta günlerce düşünmeden bir şey yazamazlar; sonra öyleleride vardır ki hurûşa gelmek için mutlaka kaleme sarılırlar. Mesela meşhur Rousseau birinci, Chateabriant ikinci zümreye dahildir.
Bir sa’y-i edebînin kıymeti mevzûu intihab ettikten sonra bir nevzâd-ı kâmil suretinde vücuda getirebilmek için karîhada iyice beslemekle kâimdir.
Îcâd mevzûu hissetmekten, o mevzûun hissiyâtınız, hayaliniz üzerinde husule getirdiği teessüratı tamamıyle teblîğ eylemekten ibarettir.
Mevzû dediğimiz mahiyet bir fikirden ibaret basit bir şeydir; eğer hayal ile his yetişip o fikrin ihtiva edebileceği menâzırı, alabileceği eşkâli tasvîr ederek besâtetten kurtarmaz, bir kaç kat büyültmezse, söylenecek söz zaten söylenmiş demektir.
Bilfarz yirmi dört saatten beri kuyuya düşmüş bir adamın halini, ihtisâsâtını tasvîr etmek lazım geliyor. Ne yapacaksınız : Evet, kendinizi o adamın yerinde farz edeceksiniz.
Lakin hiç başınıza böyle bir şey gelmemiş.. Şimdi öyle bir adamın ihtisâsâtını nasıl keşfetmeli? Öyle ya! Meleke-i îcâd bu gibi yerlerde kendini gösterecek. Sanat dediğimiz de bundan başka bir şey değil. Tabîr-i ma’rûfu vechile başkasının bedenine temessül lazım.
Şimdi kuyuya düşen adamın halini tasvîrden evvel tasavvur için uzun uzadıya düşününüz; o vaziyeti iâne-i hayal ile gözünüzün önüne getirip o hayalin etrafında dolaşınız. Zihninize tevârüd edecek meânîyi zabt ediniz.
Meselâ: Soğuk, su, karanlık, tedrîcî fakat müterakki bir surette dibe gitmesi, saatin uzunluğu, bağırdıkça sesin çınlaması, aks-i nidâ, muhitin sükûn-ı mehîbi, kuyunun aşağıdan yukarıya kocaman bir huni gibi görünüşü, meyûsane istimdadlar, tâb ü tüvânın kesilmesi, acz-i mütezâyid, suyun yüzünde kalmak için uğraşan fakat çabaladıkça dibe doğru giden zavallının beyhûde harekatı, yukarıda saf bir sema, zaman zaman kuş sesleri, hariçde velveledâr, lakayd bir hayat, sonra onların şu bîçare felaketlerin haliyle husule getireceği tezad…
Daha buna benzer şeyler.
İşte bunların hepsi düşünülerek, sıraya konularak herifin hali tasvîr edilecek.Meselenin mühim ciheti bir vakıanın bütün müfredâtını inceden inceye tasvîr etmek değil, o tasvîrde canlı, husûsî bir tesir hasıl edebilmektir. Görülüyor ki sanat-ı tahrîr musırrâne, müstemirrâne bir sa’y ile elde edilen melekeden ibarettir. Büyük dehalar, yüksek kabiliyetler bu mecburiyetten âzâde olsalar bile emin olunuz ki onlar da pek çok çalışmışlardır.
Mevzûun intihabiyle destgâh-ı tahrîre vaz’ı arasında mikdârı eşhâsa göre değişen bir zaman geçer ki, ihtimal, bir teşebbüs-i edebînin en sevilmez, en çekilmez devresi budur. Bu devrede tahammülü nâkabil bir intizar, bir üzüntü vardır. Bakarsınız hiç bir şey doğmuyor. Artık müfekkirede henüz vücudu olmayan meânîyi çıkarmak, dimağın bu duygusuzluğuna, bu ataletine galebe çalmak lâzım gelir ki bu mücahede-i azîm için tenha-güzîn olmak, bütün kuvâ-yı fikriyeyi bir noktada cem etmek elzemdir.Düşündünüz, düşündünüz…
Lakin ruh-ı mevzûu temsil edecek hayal-i cemîl bir türlü karşınızda tecelli etmiyor!
Sakın metanetinizi, ümidinizi gaib ederek ye’se düşmeyiniz.Bugün sizden kaçan o hayal yarın âguş-ı müfekkirenize gelir, hem de bir gün evvelki mücahedat-ı fikriyye neticesi olarak pek saf, pek açık bir surette mütecellî olur. Siz de o zaman hemen kaleme sarılarak not almaya başlarsınız.Mevzûunuz i’tiyâdâtınızdan , muhitinizden, tarz-ı tefekkürünüzden ne kadar uzak ise azminiz, mücahedeniz de o bu’d nisbetinde fazla olmalıdır. Mevzûunuzu kafanızda taşıyınız; hem uzun zaman taşıyınız; daima beraber gezdiriniz.
Göreceksiniz ki nihayet onu kendinize râm edeceksiniz.Karîhanın vüsati, semâhati ber-mu’tad mücahede ile, kuva-yı fikriyye üzerinde tasarrufla istihsâl edilebilir; yoksa rastgele bir şey olmaz. Hülasa, his ile hayali kendine mal etmek, bunların üzerinde nüfûzunu yürütebilmek îcab eder.
Vâkıa kuvve-i muhayyileden hepimiz az çok nasîbedârız; ancak o kuvvetten alabileceğimiz hisseyi büyültmek bize aittir.Baktınız ki muhayyileniz hararetten mahrum…
O zaman münebbihâta müracaat ediniz; yani mevzûunuzla münasebeti olan âsârı okuyunuz. Mesela tiyatro yazmak, sahneler tertîb etmek, eşhası birbiriyle konuşturmak istiyorsunuz değil mi?
Meşâhîr-i haile-nüvîsânın âsâr-ı güzidesini tetebbua dalınız. Yahut bir orman tasvîr edeceksiniz fakat karşınızda öyle bir manzara yok. Ne yapacaksınız?
İşte böyle bir teşebbüsü başa çıkarmak için kalemi ele almazdan evvel orman tasvîri yolunda yazılmış âsâr-ı muhalledeyi gözden geçiriniz;uyuşmuş olan muhayyilenizi tetebbu’ sayesinde intibaha getiriniz. Bu usûl daima muvaffakiyeti temin eder.
Kim bilir kaç kere başınıza gelmiştir: Harâret-i hisden, şetâret-i hayalden mahrum dimağınızda en basit bir manayı , en naçiz bir fikri bulmaktan aciz kaldınız da artık bundan sonra hiç bir şey yazamayacağım diyerek bir ye’s-i amîka düştünüz, âtî-i edebinizden büsbütün ümidi kestiniz öyle değil mi?
Halbuki biraz sonra, civarınızda yükselen bir terâne, bir ahenk yahud pîş-i nazarınızda açılan şairâne bir levha-i temaşa birden bire sizde bir çok hayaller, bir çok hisler, bir çok fikirler uyandırıverir; muhayyilenizin demin ki uyuşukluğu faaliyete inkılab eder.Öyledir,bizim mevcudiyet-i maneviyyemizi ta’dîl için çok zamanlar en ufak bir şey bile kâfidir.
Lakin hissimizi tehyîc edecek, hayalimizi uyandıracak münebbihât arasında hiçbiri mütalaa kadar müessir olamaz. Çünkü mütalaa bizim ihtiyacatımıza tamamiyle tekabül edebileceği gibi okuyacağımız âsâr içinde rehberimiz olacak, elimizden tutacak sahifeler buluruz.
Mütercimi: Mehmed Akif
OSMANLICA KELİMELER
Mevzû: Bahis, üzerinde durulan mesele,konu
Îcâd: Var etme, üretme
Mücahede: Cihâd, gayret etmek
Tevsîât: Genişletmeler,ihata etme, kavrama
Zafer-yâb: Muzaffer olan, muvaffakiyet gösteren, üstün gelen ,gayesine erişen
Mündemic: İçinde bulunan , içine alınmış olan
Meanî: Manalar
Nikât: Nükteler, ince manalar
Meşâhîr: Meşhurlar, ünlüler
Mahzâ: Tam , baştan başa
İ’mâl-i fikr: Fikri işlemek, fikri kullanmak
Müellif: Telif eden, kitap yazan
Müşkilât: Zorluklar
Tasvîr: Canlandırma, ifade etme, resmetme
Elîm: Acı veren, üzücü
Binaenaleyh: Bundan dolayı, bunun üzerine
Yâd-âşinâ: Aşina olunan bilinen anımsama,hatırlama
İntihab: Seçmek
Safahât: Sayfalar, alanlar, aşamalar
Velyetme: Birbiri ardı sıra gitmek, birbirini takip etme
Kayd-ı tertîb: Deftere düzenli bir şekilde kaydetmek , düzenli bir şekilde bir yere yazmak
Râm: Boyun eğme
İktiza: Lazım gelma, gerekme
Cûş u hurûş: Neşe ve ahenk ,coşup taşma
Talâkat: Dil açıklığı, selâset, düzgün sözlülük
Kat’î : Kesin,şüphesiz
Meşîme-i karîha: Zeka meşîmesi
Cenîn-i sâkıt: Ana rahminde düşen çocuk
Maamafîh: Bununla beraber, bununla birlikte
Şerait: Şartlar
İnkıyâd: Boyun eğme , itaat etme
Sa’y-i edebî: Edebiyata dair çalışma
Nevzâd-ı kâmil: Kemalde,olgun bir şekilde yeni doğma
Karîha: Fikir kuvveti,düşünce kabiliyeti,zeka
Kâim: Ayakta duran, dik
Husul: Hasıl olma ,meydana gelmek
Teessürat: Etkilenmeler ,üzülmeler
İhtiva: İçine alma , içinde bulundurma
Menâzır: Manzaralar
Eşkâl: Şekiller
Besâtet: Basitlik, sadelik
Bilfarz: Farzolarak, olduğunu kabul ederek
İhtisâsât: Duygu ve düşünceler ,izlenimler
Meleke-i îcâd:Üretme becerisi ,alışkanlığı
Tabîr-i ma’rûf: Bilinen tabir ,ifade
Vech: Yön
Temessül: Görünme ,yansıma ,benzeme
Tasavvur: Bir şeyi zihinde şekillendirmek ,tasarlamak,düşünce
İâne-i hayal: Hayalin yardımı
Tevârüd: Vârid olma , gelme, yetişme , ulaşma
Meânî : Manalar
Tedrîcî: Yavaş yavaş, azar azar , gittikçe
Müterakki: Terakki etmiş , ilerlemiş
Aks-i nidâ: Sesleniş
Sükûn-ı mehîb: Heybetli korkutucu sessizlik,hareketsizlik,sakinlik
Meyûsane: Ümitsizce
İstimdad: Yardım isteme
Tâb ü tüvân: Güç
Acz-i mütezâyid: Acizliğin güçsüzlüğün çoğalması
Velveledâr: Velveleli ,gürültülü
Bîçare: Çaresiz
Tezad: Zıtlık
Sanat-ı tahrîr: Yazma sanatı
Musırrâne: Israrlı bir şekilde
Müstemirrâne: Devamlı olarak
Sa’y: Çalışma
Meleke: Maharet, beceri
Destgâh-ı tahrîr: Yazma tezgahı
Vaz etmek: Koymak ,yerleştirmek
Mikdâr: Miktar, nicelik
Eşhâs: Şahıslar, kişiler
Teşebbüs-i edebî: Edebiyatla ilgili bir işe girişmek
Nâkabil: Mümkün olmayan,imkansız
İntizar: Bekleme
Müfekkir: Düşünen, tefekkür ve teemül eden
Atalet: Boş durma , tembellik
Galebe: Üstün gelmek , yenmek
Mücahede-i azîm: Büyük mücadele
Tenha-güzîn: Seçkin yalnızlık
Kuvâ-yı fikriye: Düşünce kuvveti
Cem etmek: Toplama ,bir araya getirme
Ruh-ı mevzû: Konunun ruhu
Hayal-i cemîl: Güzel hayal
Gaib: Görünmeyen, kaybedilen
Ye’s ( Yeis ): Ümitsizlik
Âguş: Kucak, sığınılacak yer
Mücahedat-ı fikriyye: Fikir yoluyla yapılan mücadeleler,fikri savaşlar
Mütecellî: Tecelli eden ,görünen ,meydana çıkan
İ’tiyâdât: Alışkanlıklar
Muhit: Kaplayan,kuşatan,çevreleyen
Tarz-ı tefekkür: Düşünce tarzı,şekli
Bu’d: Uzaklık , baid olma
Vüsat: Genişlik
Semâhat: Cömertlik
Ber-mu’tad: Alışılmamış
İstihsâl:Elde etme
Hülasa: Kısaca , özet olarak
Nüfûz: İşleme,sözü geçer olmak
Vakıa: Hadise
Kuvve-i muhayyile: Hayal gücü
Nasîbedâr: Nasiplenmiş ,hissesini almış
Muhayyile: Hayal kuvveti
Münebbihât: Uyandıranlar ,tenbih edenler
Âsâr: Eserler
Tertîb: Hazırlama,düzenleme, dizme
Meşâhîr-i haile-nüvîsân: Meşhurların bulunan hikayeleri
Âsâr-ı güzide: Seçkin eserler
Tetebbu’: Etraflıca araştırma
Teşebbüs: Bir işe girişmek
Âsâr-ı muhallede: Daimi,sürekli olan eserler
Harâret-i his: Hissin çokluğu
Şetâret-i hayal: Hayalin neşesi
Naçiz: Çok küçük,ehemmiyetsiz,önemsiz
Ye’s-i amîka: Derin bir ümitsizlik
Âtî-i edebi: Edebiyata ait gelecek
Terâne: Şarkı söyleme,ötme
Pîş-i nazar: Göz önü
Levha-i temaşa: Seyredilecek tablo
İnkılab: Değişme
Mevcudiyet-i maneviyye: Manevi varlık
Ta’dîl: Değiştirme
Kâfi: Yeterli
Tehyîc: Heyecanlandırma
Mütalaa: Okuma,inceleme
Müessir: Etkiltyici, etkili, tesirli
Tekabül: Karşılıklı olma , karşılığı olma
Mütercim: Tercüme eden ,çevirmen
sebilür reşad dergisi denilince aklıma ilk mehmet akif ersoy gelir. mehmet akif denilince de aklima ilk m.ertuğrul düzdağ hatrıma gelir. safahat ve diğer eserleri ve sebilüreşad dergisini tercümede ve araştirmada 40 yılını geçirmiş biri idi.
tercüme güzel olmuş asli ruhunu ve kimliğini aksediyor. elinize sağlık
Yorumunuz için teşekkür ederim. M.Ertuğrul Düzdağ’ın bu manada çalışmalar yaptığına dair bilgim yoktu, sizin vesilenizle haberim oldu, teşekkürler.