EFRÛZÂNE
(fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün)
(fe‘ilâtün fe‘ilâtün fe‘ilâtün fe‘ilün)
Dâr-ı mey-hâne ile âçıldı bağım nerdesin?
Dembedem öter hezârım vakti-gîrim nerdesin?
Kangıda sorsam seni söylemez rûz-i bî-ferim
Âh ile âteş ile dürüldü mâhım nerdesin?
Şerh:
(Mey evinin kapısı ile (onun bana ulaşan sesleri ile) bahçem açıldı (hislerim gün yüzüne çıktı) neredesin? Bülbülüm her an öter (seni çağırır) vaktime yetenim/ kâfi olanım neredesin? Seni nerede sorarsam sorayım (hiçbir şey) söylemez (şu yüzünde) fer olmayan (böyle cansız geçip giden) günlerim. Ah ile ateş ile dürüldü ayım (dolunayken bu sıkıntılarla hâlden hâle geçerek hilâl gibi oldu) neredesin?)
Bin letâfet işve-i âfet ile gâfil edüp
Gerdenimi tenha kılup Zühre taktı zencirin
Sandı yâ bu fitnesidir âhir-i mâsûmenin
Darmadağın akl u fikir sîne gârib nerdesin?
Şerh:
(Bin türlü incelik/güzellik, âfete yakışan cilvelerle ile (beni) gafil hâle getirip boynumu savunmasız bırakarak Zühre kader zincirini taktı. ( O âşık ) bunun, masum ömrüne sebep olacak (sonunu getirecek) fitnesi (ölüm sebebi) olacağını düşündü. (Bu felaketin tesiriyle) Akıl ve fikir darmadağın, sine garip (oldu, mahzunlaştı) neredesin?)
Firak idüp zâr-u çeşmden koptu bir feryâd sesi
Aktı Dicle vü Nil’e karıştu onun zerresi
Dâmenimden çâk olup ahvâli pür-sûz perdesi
Göğe erdi âh-ı Yeliz ey Mecîd’üm nerdesin?
Şerh:
(Gözyaşı göz kesesinden feryat ederek ayrıldı/ gözden kopup indi. (O ayrılan gözyaşlarının) her bir parçası Dicle’ye ve Nil’e karıştı. Yeliz’in baştan aşağı yakıcı olan âh edişleri eteğinden (kendi özünden) ayrılarak (nihâyet) göğe ( Rahmânın katına) ulaştı. (O bu hâle gelmişken) ey Övülmeye lâyık olan neredesin? (Seni beklemektedir.) )