ESKİ BİR RÜYANIN PEŞİNDE
Kayıp şehrin silüetinde yoğurdum geceyi.
Ardıma bakmadan koştuğum yolların,
Duman rengi kalelerinde bir iz yokladım.
Kırılmış bir dalın cenazesinde incindim en çok da!
Henüz içilmiş göklerin,
Lacivert saçlarına tutundum.
Taş duvarlı evlerin dilinden öğrendim,
Yıllara direnmeyi.
Bir tınının en hazin notasına gömdüm ben’i.
En umulmadık zamanlardan umdum sebepsiz.
Önüm, arkam, sağım, solum sobelendi,
Bir ağaç gövdesinde.
Bir şarapnel parçasından kaptım,
En onulmaz yarayı.
Bir yangından artakalan ne varsa geriye dair,
Kıtlık günlerinin mirası,
Ruhun taze kan kokulu yaraları…
En soğuk yalnızlığımda sokuldum gölgeme.
Gölgem ki,
Sarılıp uyuduğum kuş tüyü anne.
Ölüme kara sevdalı olduğumdan beridir,
Gönlüm ıssız çöl çeker, delirir.
Ötelerden esen bir rüzgârın kervanında
Belki de aradığım.
Ben ki,
Ezelî incinmenin sularında yıkandım.
Ellerimde açıyor yarım kalmış papatyalar.
Buruk sözlerin ikliminde zoraki direniş.
Aynalardan çaldığım kadim düş nerede?
Apansız düşüşlerde seviyorum bir güzeli.
Dudaktan bir gümüşservi gözlerimi öpüyor.
En mahrem sırlarımı okşuyor elleri.
Şebnem-misal bir korku kesiyor tenlerimizi.
Ve bir elveda hüznü boşanıyor ılık, göğüslerimize
Bir kendimden, bir benden sana
Bilmem, bu kaçıncı kanışım eski bir rüyaya!