EVRENİN DEHLİZLERİNDE İNSAN OLMAK
İnsan olmak bir avuç toprağa talip olmak demekmiş, yürüse de koşsa da yolun sonunda varacağı durak onu her daim bir avuç toprak olmaya götürecekmiş. Acziyetimizin farkında mı değiliz yoksa kurumsallaşma denen kapalı karanlık kutular bizi de mi ele geçirdi? Savunulması gereken mabetleri bizler de mi bırakıyoruz birer birer? İnsan olmak böyle bir şey miydi? Peki ya milyonlarca kuş, biraz deniz ve olabildiğince gökyüzü nerede? Gök mü yüzünü bana döner yahut ben mi ona bilmiyorum ama ona her baktığımda sanki o da bana bakıyor. Sahi tüm insanlara bakmıyor mu gökyüzü? Onlara insan olmanın gönül mabetlerini korumaktan geçtiğini öğretmiyor mu? Veyahut o insanlar bakmayınca gök de yüzünü mü çevirdi? Oysa insana insan olmayı yalnızca O öğretebilirdi. Tüm gökyüzünü ihtişamıyla kaplayan O… Hz. İbrahim gökte bulmuştu aradığını. Yerdekiler avuçlarını göğe yükseltirlerdi. Gök mabet gibiydi. Çünkü dokunulmaması gereken mabet, en özeli içinde barındıran, insanlığın gönül mabedi… Bazen kendi arzımızın pencerelerini öylesine sıkı kapatıyoruz ki en ufak bir rahmet dahi dokunamıyor yüreğimize. Velhasıl libasları yağmurdan koruduğumuzu zannederken kalbe gelen rahmet damlalarına duvarlar örüyoruz ve terk ediyoruz onu kendi çöllerine. Kurak ve bir avuç topraktan kocaman çöllere.
İnsan olmak dedim azizim öyle oldu deyince olunmuyor. Ne kadar dert ne kadar tasa ve olmamak varsa işte tam orada kocaman sillesiyle bekliyor. İnsan olmanın insan olmak isteyenlere vermek istediği hakiki onurunu, şuursuzluğunu askıya alan ve yeniden var olmak için bir adım daha atıp insan olmaya talip olanlar çöl kuraklığında buldukları kum tanelerini vahaların serap yanılgısı gibi sonsuza dek içlerine çekmek için zaman kolluyorlar, iyi de yapıyorlar. Sessiz bir yanılgıyla sonunu beklemektense seraplı çöllerde susuzluğu göze alabilmek demektir çünkü insan olmak. Onurlu bir güven verir muhataplarına. Ama yine de bilirim, insanız. İnsan olamasak da göremesek de bakıyoruz ya bazen işte öyle bir şey insan olmak da. Deyim yerindeyse gökyüzüne talip olmaktan geçer insan olmak. Edinilen sonsuz taleplerin karşılıkları ahir ömrümüzde yankı bulur mu bilinmez lakin yansımalarını kocaman masmavi denizlere baktığımızda daima büyük bir hasretle yeğleriz. Bazen insan olmak; konuşarak susmaktır, bazen gülerek susmak ve bazen de sonsuzca varlığını sorgulamak. Sorgulama yolunda yolun sonunda gökyüzüne bakmak ve sonsuz mutluluğunu O’nu anlamaya çalışarak kullanmaktır. İnsan olsak da olamasak da meçhul yolun yolcuları gibiyizdir, gitmeliyizdir. Yeni gökyüzlerinden yeni limanlara, başka ağaçlardan başka yapraklara ne de olsa insan olmak gitmek demektir. Pılını pırtını toplayıp sonsuza doğru gitmek… Sonlu alemin azıklarını sonsuza denk getirmek demektir. Bir yağmur damlasının bir kaya parçasının üzerine düşüp hışımla parçalanması demektir. Velhasıl kelam insan olmak, kâinat olmak kocaman kâinatı zerrelerine kadar taşıyıp hissedebilmek demektir.