FİLTRELİ MONOLOG

Açlıkla kıvranan midemi bir yudum yumuşak kahveyle avuttuktan sonra, sıradaki zorunluluğu düşünürken dokuz ayda hiç olmadığı kadar yakınlaştığım odamı turluyorum. Dün akşam Zweig’laydım önceki gün Çehov. Bir kaç yıldır akademik kaygıları bahane ederek, artık mütefekkirlerle olmalıyım bahanesiyle ötelediklerimle. Neye yönelirsem yöneleyim, öylece kurulmuş basit cümlelerin ardında bile yığılmış soruların, sancıların kokusu olduğunu fark ettim. Özenle irdelediğim ve içselleştirmeye çalıştığım, kendimle hesaplaşmamın rehberi olacağını umduğum felsefenin, aslında bu ufak hikâyeciklerle içime işlediğini kavradım.

Kahveyi yine soğuttum. Fizik üstü düşünüp beş duyuma sığmasını bekledim. Ay üstünün serin katlarında dolaşırken, yeryüzünün krokisi pusluydu. Ve bu konforluydu. Sancılarımı takip edip zemine indiğimde atık yakıtlara bulanmış asırlık çakıl taşları İsa misali topuklarımı kanattı. Fizik üstü bitmişti. Sınırlılığımı topuklarımda hissediyordum. Hiç bu kadar edilgen olmamıştım. Bir yudum daha aldım, ilkinden buruktu. Kedinin mırıltısıyla kapandı perdesi zihnimin.

Tekrar odayı incelemeye başladım, mutlaka atladığım bir şey olmalı. Evet, başucumda rafta iki bitki var, biri kaktüs diğerini bilmiyorum. Şu karantina öncesine kadar büyütmek istediğim hiç bir bitkinin kahrını çekmedim, annemin ağır romatizmasına rağmen şifa dağıtan elleri, becerikli dokunuşlarla büyüttü hep onları. Onları hayatta tutabilirsem rüştümü ispatlamış olacağıma inanıyorum galiba. Büyüsünler istemiyorum aslında, sadece yaşasınlar. Zaman elbette değişimi beraberinde getirdiği için bu mümkün değil tabi; kalbimde nitel, gözümde nicel olarak değişime uğruyorlar. Kaktüsten bahsedeyim, okuduğum bir öyküde benim gibi bitki büyütemeyen kahramana Bosna Savaşı sırasında minik bir kaktüs hediye ediliyordu. Vukovar bombalanmaya başlayınca bodruma sığınıyorken vakti zamanında anneannesi kaktüslerin yerinin değiştirilemeyeceğini söylediği için kaktüsü evde bırakıyordu. Her gün üst kata çıkıp kaktüsle ilgileniyordu. Motivasyonu oydu. Ben de evrensel kısıtlamada olduğumuz şu günlerde içime kendi ellerimle döşediğim mayınları çapraz koşuyla alt edip, bu kaktüsü besliyorum. Pek fazla ışık almasa da Hırvat ninenin mutlaka bir bildiği vardır diyerek yerini de değiştirmiyorum. Aldığımda kuzu kulağı kadardı, şimdi şişman bir kirpi kadar, eh henüz nine haksız çıkmadı. Sallantılarımda bana omuz veren, yanım yöremde olsun istediğim dostlarıma kaktüs hediye ediyorum artık, bu hikâyeden bîhaberler…

Kahve diyordum, içilecek hali kalmadı…

Deruhte Dergi

Deruhte Dergi, kendini içinde bulunduğu işin tamamından mesul görenlerden oluşur. Biz işin bir ucundan tutarak vicdanını rahatlatmayı başaramayanlarız. Edebiyatı umut ve kaygı ile seyrediyor ve bu kaygının diri tutulmasını umudumuz adına önemsiyoruz. Yazmayı salt ‘vakit öldürme aracı’ veya piyasaya(!) ürün sunma imkânı olarak görmemekte ısrar ediyoruz. Deruhte Dergi ekibi, ismiyle müsemma olmayı en büyük paye kabul eder.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir