GETSEMANİ BAHÇESİNDEKİ HİNDİBA
Kudüs’teki Getsemani Bahçesi… “Agony in Garden” diyor İngilizler, Türkçe’ye “Izdırap Bahçesi” olarak da çevriliyor.
Kudüs’te yanan ızdırap güneşinin kederli ışınları birikiyor Getsemani bahçesinde. Bir Hristiyan inancına göre, Hz. İsa müritleriyle birlikte son yemeğini yiyor burada. Bugün veda günüdür, bunu biliyor ve sesleniyor müritlerine: “İçimizden biri yarın bana ihanet edecek, çarmıha gerileceğim.”
Kudüs’ün sırlarla ve sembollerle dolu tarihine rağmen, üç büyük dinin öğretilerini tüm çıplaklığıyla sergileyebilen gövdesinde yeşermiş Getsamani bahçesini ve Hz. İsa’nın bu bahçede zeytin ağaçlarına yaslanarak yaptığı vaazları düşünüyorum. Sonra o bahçenin küçük bir kenarında öylece kendiliğinden büyüyen ve zeytin ağaçları kadar ilgi görmeyen hindiba çiçeklerini düşlüyorum. Sarı yapraklarıyla tarihte “güneşin” ve “aydınlanmanın” sembolü olarak görülen Hindiba çiçeğinin, Getsemani bahçesinde verdiği güneş selamını duyar gibi oluyorum her sabah. Hz. İsa’nın yaşadığı ağır imtihanlardan ve karanlık günlerden asırlar sonra doğacak kutlu peygamber güneşini Kudüs’te müjdeleyen hindiba çiçeğinin varoluşsal anlamının ve özelliklerinin pek çok kimse tarafından bilinmeyecek olmasına üzülüyorum.
Kapı önlerimizde, yol kenarlarında, parklarda öylece kendiliğinden biten, üzerine basarak geçmemize, çoğu zaman varlığını bile fark etmememize rağmen hem varoluşsal değeriyle hem de köklerinden sapına, sapından da yapraklarına kadar şifa ile dolu olan bir çiçektir Hindiba. Öyle ki Allah Resulü’nün övgüsüne mazhar olmuş ve Allah Resulü Hindiba için; “Hindibayı yiyiniz. Üzerindeki damlaları silkelemeyin. Hiçbir gün yoktur ki, üzerine cennetten bir katre damlamasın.” demiştir. Hindiba şifa hazinesi olması sebebiyle İbn-i Sina’nın da dikkatinden kaçmamış ve İbn-i Sina “Hindiba Risalesi”ni kaleme almıştır. Hindiba edebiyatımızda bazı şairler tarafından şiirlere de konu edilmiş ve Nurullah Genç şu satırları yazmıştır:
“Köprülerden benim yârim geçer mi
Sen neden bu kadar güzelsin, bilmem
Taşırsın yeryüzüne ebedî tohumları
Ben ise kuruyacak bir suyun mahkûmuyum
Avuçlayıp öpüyorum kumları
Bir karadelikten bakarken hayat
Meydan okuyanlar kim bu seraba
Söyle bana hindiba”
Yaşam öncesindeki belirsiz karanlıkla ölümün ardında onu bekleyen gergin karanlık arasında sıkışan her ömür, Getsemani bahçesini yüreğinde taşımaya mahkûmdur. Çünkü yaşamın bizzat kendisi bir ıstıraptır. Ama buna mukabil ömrün ıstırap bahçesinde, hindiba çiçekleri gibi çoğu kimse tarafından fark edilemeyen şifalı çiçekler ve bitkiler yetişir. Çok yakınında yeşeren şifayı görmemekte direnen insanoğlu, onu hep uzaklarda arayarak geçirir ömrü. Şifa çiçekleri burnunun dibinde yetişiyordur hâlbuki. Şifa bulabilmek için uzaklara gitmek ister, başka şehirler görmek ister hep. Oysa pencerenin ucundaki hindiba, şifa dolu yaprağıyla ona göz kırpıyordur.
Şifa hep çok yakınımızda, tıpkı hindiba çiçekleri gibi bunu aklımızdan çıkarmayalım, kendi bahçemizin etrafında dolaşalım ve Kavafis’in şu şiirini hiç unutmayalım:
“Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma-
ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de.”
Tekrar etmekte yarar var; uzaklara değil, pencerenin önündeki hindiba çiçeklerine…