HAYAT VE HUKUK
Hayat, hukukla iç içedir. Bu, insanın içtimai bir varlık olmasının doğal neticesidir. İhtiyaçlarını tek başına karşılayamayan insan birlikte yaşamaya mecburdur. Bunun gereği olarak da hayatı bir takım kurallarla çevrilidir. Bu kurallar insanların birbirleriyle olan ilişkilerini düzenler.
Toplum hayatında önemli bir yeri olan hukuk kuralları, uyulmadığında devlet eliyle belirli yaptırımlar öngörmesiyle diğer kurallardan ayrılır. Bu kurallar tarih boyunca dünyanın farklı yerlerinde farklı şekillerde ortaya çıkmış ve uygulanmıştır. Tek tanrılı dinlerde nebilerin tebliğ ettiği aynı zamanda birer hukuk abidesi olan dinî hükümler, hükümdarların devlet düzeni adına hazırladıkları kanun derlemeleri, hukukçuların kılı kırk yaran eserleri bu alanın yapı taşlarıdır. Dinî hükümler haricinde hukukun oluşmasında toplum yapısı, ilim seviyesi ve izlenecek usûl etkilidir. Sosyal bir olgu olarak kanunlar sosyolojinin bir alt dalı olan hukuk sosyolojisinin konusunu oluştururken hukuk ilminin eğitim metotları ve kanunların hazırlanış usûlü metodolojiyle alakalıdır.
Hukukun Toplumu Anlama Gayreti: Hukuk Sosyolojisi
Hukuk sosyolojisi; hukuku sosyal olgu, dolayısıyla toplumsal yaşamın hem ürünü hem de düzenleyicisi olarak ele alan doğuş, gelişim ve değişimini etkileyen toplumsal etkenlerle karşılıklı ilişki ve etkileşimini sosyolojik yöntemlerle inceleyen bir bilim dalıdır.(1) Son iki asırda ilerleme kaydeden bu ilmin temellerini sosyolojinin/umran ilminin kurucusu olan İbn Haldun atmıştır. Tarihin yorumlanmasında ilk kez içtimaî kanunların önemine dikkat çekmesiyle bu ilme hizmet etmiştir. Tarihi vakıaları yorumlarken dönemin içtimaî şartlarını göz önüne alması ve idealize etmeden soğukkanlılığını koruması onu fikirlerini bir ütopya vasıtasıyla aktaran filozoflardan ayırır. İçtimaî kanunlar, tabiat kanunlarının tabiatı düzenlemesi gibi toplumlara şekil verir. Değişmeleri için asırlar gerekir. İlginç bir örnek olarak İbn Haldun’a göre ‘devlet’ insanlığın uzun zaman içerisindeki tecrübesinin bir ürünüdür ve binlerce yıldır yürürlükte olan içtimaî bir kanun olarak vardır. Sosyolojik olarak insanlığın ulaştığı bir basamak olduğu için artık büyük insan toplulukları devletlerin çatısı altında yönetilir ve bunun aksi düşünülemez. Yani devletin varlığı zarurî ve doğaldır. (2)
Toplum yapısının dikkate alınmaması, kanunların uygulanışındaki aksaklıkların yanı sıra hukuken yürürlükte olsa da fiilen uygulanmayan kanunların doğmasına da sebep olur. Sosyolojik olarak bir kural ancak fiilen uygulanıyorsa vardır; gerçekliği kanun koyucu tarafından konulmasında değil, insanların ihtiyaçlarını karşıladığı için ona uyulmasında saklıdır.(3) Yaptırımı iki aydan altı yıla kadar hapis cezası olarak öngörülen ve uygulanmayan 1925 tarihli Şapka Kanunu ölü kanunlara örnek verilebilir. Burada esas mesele içtimaî şartları dikkate almamaktır. Hukukçuların kanunları topluma uygun olarak hazırlamaları veya kanun koyucuya bu konuda yol gösterebilmeleri ise hukuk eğitiminin buna göre olmasıyla mümkündür.
Hukuk Eğitiminde İzlenen Metodun Toplum Açısından Önemi
Bir çalışmada izlenecek yol hedefe varmak için önemlidir. İlmî çalışmalarda belirli bir usûle göre mesafe alınır. Eskilerin deyişiyle: “Usulsüz vusul olmaz”. Yani hedefe ancak doğru yoldan gidilirse varılabilir. Metot (usûl-yöntem), bilinmeyen gerçeklikleri keşfetmek için veya bilinen gerçeklikleri ispat etmek için izlenen ilkelerin veya kullanılacak olan araçların bütününe denir.(4)
Hukuk sosyolojisinde öncü durumda olan İbn Haldun ilimlerde ve özel olarak hukukta izlenen öğretim ve çalışma metotlarının yanlışlığına da dikkat çeker. Öğrencilere ilmin aşama aşama öğretilmemesi ve tali bilgilerin asıl bilgiler gibi daha en başından öğretilmesini eleştirir. Hukuk kitaplarında izlenen kazuistik (ayrıntıcı) metot öğrencide bıkkınlığa yol açmakta ve özellikle bozulma döneminde senelerce sürdüğü halde maksadına varamayan medrese eğitimi ilmin ilerleyişine engel olmaktadır.(5) Metot konusunda ki ihmalin verdiği zararı bir başka isimde Descartes’tır. “Usul Hakkında Nutuk” adlı kitabı onun ilimlerde izlenecek metotları gösterdiği şaheseridir ve başta Avrupa olmak üzere bütün dünyanın gözünü ilimlerin önünü açacak bu konuya çevirmiştir. Bu konunun insanlık tarihi boyunca önemli olduğunu ispat etmek adına hukuk tarihinde bir çığır açan Roma İmparatoru Justiniaus’in aynı probleme ilişkin tavsiyeleri kayda değerdir: “Hukuk öğretilmesinde en uygun yol, kanunları önce açık ve basit bir şekilde açıklamak sonra da her bir konuyu ayrıntılarıyla ve tam olarak incelemektir. Yok eğer henüz acemi ve bilgisiz öğrencinin beynini daha başlangıçta pek çok şeyle doldurmaya kalkarsak, şu iki şeyden biri olur: Ya öğrenci hukuk eğitiminden kaçar, ya da normalde kolay yoldan daha çabuk ulaşabileceği bir noktaya ancak çok büyük bir emekle ve çoğunlukla da kendine güvenini yitirdikten sonra ulaşır.”(6) Descartes ve Justiniaus bir tarafa, İbn Haldun’un bu konudaki doğru tespitleri ulema nezdinde ses bulmamıştır. Bunun bedelini yanlış metotlarla eğitilen nesiller ödemiştir.
Günümüz hukuk âleminde ki öğretim metotları ve verilen eserler incelendiğinde topluma uygun bir hukuk anlayışı getirecek hukukçuların bu sistemle yetişmesi zor görünmektedir. Çünkü tıpkı altı asır önce olduğu gibi öğrenci temel bilgileri iyice öğrenmeden kendini doktrin tartışmalarının ortasında taraf seçme mecburiyeti içinde bulmakta, bilgi bombardımanına maruz bırakılmaktadır. Türkiye’de hemen her alanda literatürü takip eden, alanında uzman akademisyenler vardır. Fakat bilmek başka, öğretmek başka şeydir.
Toplum Hayatını Şekillendiren Temel Hukuk Normu: Anayasa
Toplumu en çok etkileyen kanunların başında gelen ve temel hak ve hürriyetlerimizi koruma altına alan 1982 Anayasası’nı hukuk sosyolojisi ve izlenen metot açısından değerlendirdiğimizde yapılan değişikliklerin yeterli olmadığı görülür. Kabul edildiği şartlara bakıldığında hukuk sosyolojisinin dikkate alınmadığı aşikârdır. Fakat onca değişikliğe rağmen hala toplum yapısına uygun bir halde olduğu söylenemez. İzlenen metoda baktığımızda kazuistik(ayrıntıcı) anlayış hatasının burada da hâkim olduğunu söyleyebiliriz. Anayasalar sade, kısa ve anlaşılır olmalıdır. Anayasamızla 1776 ABD Anayasası’nı karşılaştırdığımızda bu konudaki hatalarımız daha net ortaya çıkar. Türkçe gibi imkânları zengin ve anlatımı yoğun bir dile rağmen Anayasa metnimiz %403 kat daha uzundur.(7) Anayasamızı İngilizceye tercüme ettiğimizde ortaya çıkan %10luk metin artışı Türkçenin heba edilen gücünü gösterir.(8) Yapılacak yeni kanunlarda ve Anayasa da toplumun ihtiyaçlarıyla birlikte kanunların ömrünün uzaması adına bu hususlarında gözetilmesi gerekir. Günümüzde kanunlar hukuken doğru olsalar da toplum nezdinde ‘insanın anlama kapasitesini aşan sonsuz bir karmaşa içindedir.(9)
Neticede toplumla hukuk arasında daha sağlıklı bir ilişkinin yolu hukuk sosyolojisine gereken önemi vermekten, eğitim ve öğretim deve kanunların yapılışında doğru metotları kullanmaktan geçer. Anayasa düzenlemelerinde de sadelik ve uygulanabilirlik teklif edilen metinlerde ihmal edilmemelidir. Böylelikle toplum nezdinde kabul görecek bir hukuk anlayışı adaletin sağlanmasında yardımcı olacaktır.
KAYNAKLAR
(1)Gürkan Ülker, Hukuk Sosyolojisine Giriş, 4.Baskı, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2005, s.34.
(2)İbn Haldun, Mukaddime, Çev: Süleyman Uludağ, 8.baskı, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2012, s.537
(3)Gürkan Ülker, Hukuk Sosyolojisine Giriş, 4.Baskı, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2005, s.27.
(4)İzmirli İsmail Hakkı, Metodoloji,1.Baskı, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2013, s.26.
(5)İbn Haldun, Mukaddime, Çev: Süleyman Uludağ, 8.baskı, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2012,XXII. Ve XXXVI. Fasıllar
(6)CorpusJurisCivilis, Institutiones, 1.Kitap(Aktaran: Gözler Kemal, Kısa İdare Hukuku, 9.Baskı, Ekin Yayınları, Bursa, 2015, s.II.
(7)Ramazanoğlu Yıldırım M., Farklı Bir Bakışla Anayasa Gerçeği, 1.Baskı, Ege Basım, Ankara, 2012, s.39.
(8)Ramazanoğlu Yıldırım M., Farklı Bir Bakışla Anayasa Gerçeği, 1.Baskı, Ege Basım, Ankara, 2012, s.40.
(9)CorpusJurisCivilis(Aktaran: Gözler Kemal, Kısa İdare Hukuku, 9.Baskı, Ekin Yayınları, Bursa, 2015, s.I.