HER HAK SAHİBİNİNDİR
Uzun süren uğraşlar ve çekilen meşakkatten sonra hasret bitmişti. İki cihan serveri Efendimiz (as) Medine’ye hicretten sonra muhacir ile ensarı kardeş ilan etmişti. Hadisdeki tabir ile ‘Gökteki Yıldızlar’ olan sahabilerin arasında Selman-ı Farisi ile Ebu’d-Derda da vardı. Ebu’d-Derda, İslam ile şereflendikten sonra Allah’a ibadet dışında hiçbir şeyle meşgul olmamaya karar vermişti. Ticareti bırakmış, hatta ailesini dahi ihmal etmeye başlamıştı. Onun bu durumuna şahit olan Selman, kardeşi Ebu’d-Derda’yı şefkat ve merhametle şu sözlerle uyardı:
“Rabb’inin senin üzerinde hakkı vardır. Nefsinin senin üzerinde hakkı vardır. Ailenin senin üzerinde hakkı vardır. Şu halde her hak sahibine hakkını ver!”
Ebu’d-Derda, Selman’ın bu sözlerini Peygamber Efendimize aktarınca Allah Rasulü (as), “Selman doğru söylemiş” buyurdu.
Dünya’daki herkesin ve her şeyin malumudur ki; Hakkın kaynağı şeksiz şüphesiz Allah’tır. O, yerin ve göğün maliki, her şeyin sahibidir. Bizleri yoktan var eden ve bizlere sayısız nimetler bahşedendir. Dolayısıyla hakkına en fazla riayet etmemiz gereken de O’dur. Peygamber Efendimiz (as), bu konuya hayatı boyunca önem vermiş; Rabb’imize karşı sorumluluğumuzu ve bu sorumluluğu yerine getirdiğimizde elde edeceğimiz mükafatı şöyle haber vermiştir: “Allah’ın kulları üzerinde hakkı, kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamaları ve ona ibadet etmeleridir. Bunu yaptıkları takdirde kulların Allah üzerinde hakkı ise Allah’ın onlara azap etmemesi, onları cennetine koymasıdır.”
Allah Teala, kendine kulluğun hemen ardından, varlık sebebimiz olan anne babamızın hukukuna dikkat çekmiş ve şöyle buyurmuştur: “Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında yaşlanırsa, sakın onlara ‘öff!’ bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.”
Sebepler âleminde anne babaların çocukları üzerinde hakları olduğu gibi çocukların da anne baba üzerinde hakları vardır. Onları helal lokmayla beslemek, dinine bağlı, vatanına, milletine, insanlığa faydalı, güzel ahlâklı bireyler olarak yetiştirmek, çocuklarımızın bizim üzerimizdeki hakkıdır. Nitekim Allah Rasûlü (as) bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: “Hiçbir anne baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır.”
Din, ırk ve cinsiyet farkı olmaksızın her insanın hayat hakkı vardır. Allah’ın çizdiği sınırlar dışında hangi gerekçeyle olursa olsun bir cana kıyılması, kadınların, çocukların, masumların yaşama haklarının elinden alınması çok büyük vebaldir. Savaşlar, yoksulluk ve daha nicesi… Bunların hepsini bir cümlede toplayan, gözyaşları içinde; “Hepsini Allah’a şikayet edeceğim” diyen masum yüreklere cevabı ise Rabbimiz vermiştir, bu hususta: “Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde devamlı kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” diyerek; barışa ve huzura susamış gönüllere inşirah serpmiştir.
Dinimize göre; sadece insanlara değil, hayvanlara da şefkat ve merhametle yaklaşmalıyız. Hayvanlara eziyet etmenin, hayat haklarını hiçe saymanın ahiretteki neticesi hüsrandır. Nitekim Rahmet Peygamberi (as), bir kediyi hapsedip aç kalarak ölmesine sebep olan bir kadının, bu zulmü yüzünden cehenneme gireceğini buna mukabil susamış bir köpeğe su içiren bir adamdan Allah Teala’nın hoşnut olup onu bağışladığını haber vermiştir.
Hak ve hakikatin kitabı olan Kuran-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Takva sahiplerinin mallarında yardım isteyenlerin ve yoksulların belli bir hakkı vardır.” Malında ihtiyaç sahiplerinin de hakkı olduğu bilincini taşıyan bir mümin, fakire, yoksula, yetime, kimsesize yardım etmekte bir an bile tereddüt etmez. Kendi malında ihtiyaç sahiplerinin payı olduğunu bilen bir mümin, harcamalarında ölçülü hareket eder. İsraf ve gösterişten kaçınır. Sadeliği ve kanaatkarlığı tercih eder. Bir lokma ekmekte bile yeryüzü sakinlerinin hakkı olduğunu bilir.
İçinde yaşadığımız topluma karşı da sorumluluklarımız vardır. Bunları yerine getirmek, kul hakkı kadar kamu hakkını da gözetmek hepimizin vazifesidir. Zira hak ihlalleri bir toplumda huzura ve kardeşliğe yönelen en ciddi tehdittir. Şiddete göz yummak, çevreyi kirletmek, trafik kurallarına uymamak, kaçak elektrik kullanmak, stokçuluk yapmak, kamu malına zarar vermek gibi davranışların sonu toplumsal gerilim ve kayıptır. Peygamber efendimiz (as) bu kaybın ahirete uzanan boyutunu şöyle anlatır: “Ahiret gününde ne altın ne de gümüş para vardır. Bu nedenle haksızlık yapanın iyilik ve sevapları varsa bunlardan alınıp hak sahibine verilir. Şayet sevabı yoksa mağdur ettiği kişinin günahlarını yüklenir.”
Bütün bu ayetlerden ve hadislerden alacağımız en büyük mesaj ise; Allah’a döndürüleceğimiz ve herkese hak ettiği karşılığın tam olarak verileceği ahiret gününe hazırlanmaktır. Hakka girmekten, hakkımız olmayanı talep etmekten; hakları, sahiplerinden esirgeyerek zulmetmekten Allah’a sığınmalıdır. Velhasıl kendine ‘Ben Müminim’ diyen bir kişi, hayatın her alanında kimliklerini istenilen şekilde dizayn etmelidir. Samimi bir kul, hürmetkar bir evlat, şefkatli bir anne baba, vefakar bir eş olmalıdır. Yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevmeli ve merhamet etmelidir. Hiç unutmamalı bu düşünceler ile fikirler eğitilir ve selim bir kalp meydana çıkar.
Sanma Ey Hace ki senden zer-ü sim isterler,
Yevme la yenfeu’da kalb-i selim isterler..
(Bağdatlı Ruhi)