İCAT ÇIKAR BAŞIMIZA
Küçüklüğünde, büyüklerin tabiriyle “muzırlık” peşinde koşmayanımız yoktur. Onlara göre bir muzırlık olsa da bu, bize göre sadece bir “merak tatminiydi.” Bizler, bir şeyleri öğrenmenin, kavramanın ve ne olduğunu yakından görmenin gayreti içerisindeydik. Onlarsa işlerini bir ân önce bitirme telaşındaydılar. Bu yüzden de işlerine bir başka burnun girmesini, yine onların tabiriyle bir başkasının işlerine “maydanoz olmasını” istemiyorlardı. Ne kadar engelleseler de kıyısından, köşesinden işe dâhil olup ne olduğunu görüyorduk sonunda. Bu, ne kadar zahmetli, meşakkatli olsa da nihayetinde bir zorluğu başarmanın haklı gururunu taşıyorduk minik omuzlarımızda. O gururu yaşarken nereden fırlatıldığı bilinmeyen bir terlik ya da nerede patlayacağı bilinmeyen bir kötek muhakkak bizi bekliyor olurdu. Merakımızı tatmin ede ede hayal dünyamızda pek çok icat yaptık. Hiçbirini hayata geçiremesek de, “İcat çıkarma başımıza, yahu şimdi onun sırası mı, başımıza iş çıkarma otur oturduğun yerde…” gibi sözlere muhatap olsak da bunu yapmaktan mutluyduk.
Büyüdük ama büyüklerimiz gibi olmadık. Onlar büyüdükçe meraklarını köreltti, bizse merakımızı arttırmanın derdine düştük. Deniz suyu içen bir insanın susuzluğunun artması gibi, merakımızı tatmin etmek için aldığımız her bir damla da merakımızın artmasına vesile oldu. Bilinen dünyanın bilinmeyen köşelerini, yönlerini, yanlarını keşfetmenin derdindeydik. Küçükken hayalde yaptığımızı şimdi gerçekte yapmanın fırsatını kolluyorduk. Fakat yine bir şekilde karşı çıkıldı. Çocukluğumuzdaki gibi, “Oğlum bu işler karın doyurmaz, kızım git sigortalı bir iş bul da çalış…” gibi sözleri duymaya başladık. Sözler farklı olsa da îmâlar aynıydı. Bu sözler kimimizin caymasına, kimimizinse heyecanın, aşkının, şevkinin, gayretinin körüklenmesine vesile oldu. Kimimiz icat çıkarmaktan vazgeçti gönlünde bir ukde bırakarak, kimimizse başımıza nice nice icatlar çıkardı. İyi ki de çıkardı.
İcat çıkarmak çok basit aslında. Gereken tek şey, çevremizdeki insanlara kulak asmadan her daim merak duymak. Yani her zaman meraklı olmalı, merakımızı canlı tutmalı. Bununla birlikte insan, merakın farklı farklı tezahürleri olabileceğini bilmeli. Merak, bildiğimiz gibi yalnızca sosyal veya beşerî ilimlere ilişkin bir konuyla ilgili öğrenme isteğinden ibaret değil. Merak, aynı zamanda hayata devam etmemize vesile olan moral, motivasyon ve ümidi getiren duygunun ismi. İnsan yeni bir hayata, işe, olaya veya gelecekteki hayatına dair bir merak duymasa yaşayabilir mi? Başımıza gelen kötü bir hadisenin sonuçlarına duyduğumuz merak olmasa, o merakın getirdiği ümit olmasa insan dayanabilir mi başına gelen musibete? İnsan meraklı olursa hayata karşı istekli olur. İstekli olursa da yeni işlere girişmek için gereken ümidi, azmi ve heyecanı bulur kendinde. Bu şekilde de hem kendi hayatına dair hem de insanlığa dair bir icat koyabilir ortaya.
İnsanoğlu merakın çocuğudur. Merak duygusu hayatın başından sonuna kadar her olayda, her durumda insanın yanındadır. Onu bastırmadıysak, terk etmediysek en ümitsiz anımızda bile küçük bir çocuk gibi, bizi heyecanlı kılabilir. Çevremizdeki merak törpüleyici insanların merakımızı törpülemesine izin vermezsek başımıza daha nice icatlar çıkarırız.