İNSANLARIN RABLERİ

Gözleri irkildi. Bu soruyu sanki daha önce de duymuş gibiydi. Ama ilk defa üzerinde bu kadar uzun düşünmüştü. Toprağın üstündeydi daha. Geç değildi. Düşünmek, araştırmak ve bulmak için yola koyulmaya vakti vardı Ender’in. Ender, evin tek çocuğu. Çocuk dediysem her şeyi sorgulayacak kadar büyük. Zaten çocuklar büyüktürler. Geçen hafta babasını, dört yıl önce annesini kaybetti Ender, sanki ilk defa yalnız kalmış gibiydi. Yalnızlığını ağırladı. Tok misafirdir yalnızlık, her şeyi beğenmez, mırın kırın edenlerden, ne yaparsan yap mutlu edemeyeceklerinden hani. Yalnızlığıyla bir süre birlikte vakit geçirecek olmaları tahammül sınırını daha geniş tutuyordu. Dayanmak zorundaydı.

Bahçeye çıktı. Toprağa hâkim olanı aradı sonra. Yeşile sordu. Altında sakladığı hazinelerini sordu toprağa; “Ne yaptın annemle babama?”. Yeşile sordu; “Men Rabbüke?”. Sanki farklı bir dil kullanıyordu yeşil. Yabancı dillerle hiç arası iyi olmamıştı Ender’in. Ender, işittiği cevabı anlayamadan çıktı evinden ve dalganın sesine doğru yöneldi. Sahilde adımladı bir süre. Evi toprakla suyun buluştuğu konumda olduğu için kendini hep şanslı hissetmiştir Ender. Topraktan öğrenemediği sorunun cevabını suya sordu. Dalgaların toprağa vurdukça anlatmak istediğini anlamaya çalıştı. Bunu anlamak toprağı anlamaktan daha zor gibiydi. Mavinin dilini de öğrenmemişti henüz. Kızdı, yüzü asıldı ve hatta küstü. Önce kendine, sonra toprağa ve denize. Ender aramaktan vazgeçecek gibi oldu. Oturdu bir banka. Ama düşünmekten vazgeçemiyordu. Düşünmeye koyuldu.

Gün boyunca aynı banka oturmuş olduğunu fark etmemişti bile. Aramıyor gibiydi ama düşünmüyor değildi. Düşünmek de bir aramaktı aslında. İnsana arasın diye düşünmek verilmişti. Ender oturduğu bankın boş kısmına gelip oturan insanları dinledi biraz. Aklındaki soruyu iletmedi, derdini paylaşmadı, yalnızlığını kimseyle tanıştırmadı. Yanına oturan insanları dinledi, onların da renkleri farklıydı aslında ama dilleri aynıydı. Aklındaki soruyu nasıl cevaplayacaklarını bekledi. İlk olarak, orta yaşlarda bir teyze doldurdu bankın boş kısmını.

“Ah ah… Oğlum kaza yaptı, kızım kocaya kaçtı. Eşim desen kurtuldu benden, toprağa sığındı. Anlayacağın yalnız kaldım. Burası herkesin doldurabileceği, oturup bekleyeceği bir yer değildir evlat, yoksa sen de mi yalnızsın?” diye bir soruyla doldurdu bankı.

Kafasını salladı ve sessizliğini korudu Ender. Yanına oturan kadın konuşmaya devam etti.

“Borç borç üstüne, dünya benim üstüme geliyor. Yoruldum artık. Derdim çok, birisinden kurtulmak için dua ederken diğer bir dert ortaya çıkıyor. Duam kabul olmuyor. Dünya bizi hiç gülmeyecek sanırım evlat.” dedi ve omzunu sıvazlayarak Ender’in ayrıldı yanından.

Kadının rabbini düşündü biraz, işitmeyen, yardım etmeyen, acımasız bir yaratandan bahsediyordu sanki! Böyle olmamalıydı, diye cevabı iteledi Ender düşüncelerinden. Yanına bir genç çocuk geldi. Terlemiş, birinden kaçmış ya da bir halı saha maçından çıkmış gibi bir izlenim veriyordu alnındaki ter ve yüzündeki kızarma. Ve konuşmaya başladı çocuk.

“Babam çok zengin. Günlük sporumu yapar ve bu banka otururum hep. Sonra kısa bir süreliğine dinlenirken gelip geçen insanları seyrederim bu banktan. Seni ilk defa görüyorum?” diye bir soruyla gelmişti çocuk. Özgüveni sağlamdı yanına oturan çoçuğun ve soru sorabilecek kadar özgür hissediyordu kendini, belli ediyordu. Ancak cevaplayacak kadar özgür değildi Ender. Anlamsız bir bakış attı çocuğa desteklercesine. Ve çocuk konuşmaya devam etti.

“Para çok önemli. Bak, zengin olunca bir derdim de olmuyor. Hayatta neyi yapmak istiyorsam yaptım bugüne kadar. Parayla ulaşamadığım hiçbir şey olmadı henüz. Bir de şu insanlara bak, ne kadar acizler. Onları da arada mutlu ediyorum tabi. Ta ki biz zenginlere isyan etmesinler. Sen de mi fakirsin yoksa mutsuz görünüyorsun?” diye cümlelerini sıralayarak acırcasına ve küçümsercesine baktı Ender’e. Çocuk, karşılık alamayınca kalktı Ender’in yanından ve koşusuna devam etti.

“Paradan başka hiçbir şeyi düşünmeyen bir çocuk. Sözde çok mutlu, her şeye sahip. Bir de beni küçümsüyor. Her şeyi para olmuş. Yazık.” deyip düşüncelerinden çıkardı çocuğu, Ender. Yanına kendinden büyük, saçı sakalına karışmış bir adam oturdu bir süre sonra. Düşünmekten yorulan Ender, aklındaki soruyu sormaktan emindi.

“Rabbin kim?” diye doğrudan ve beklemeden sordu aklındaki soruyu Ender yanına oturmuş olan adama. Adam önce ters bir bakışla iteledi Ender’i. Yanına en son oturan adam, Ender’in düşünmekten yorulmuş hâlini ve soruyu sormakti samimiyetini görünce cevap verdi:

“Bende bilmiyorum. İnsanlar savaşıyor, çocuklar ölüyor, ağaçlar kesilip dünya katlediliyor, buzullar eriyor, içecek su arıyor bazı topraklarda insanlar, felakete doğru yol aldık bayır aşağı hızla felakete gidiyor insanlık. Sonra, varsa eğer neden müdahale etmiyor diye düşünüyorum bunca zulme. Adalet arıyorum, bir de rabbimi.”

“O da bulamamış henüz. Ve de sorgulamaktan yolunu kaybetmiş.” diye yorumladı yanına oturan adamı Ender, düşüncelerinde. Bir süre sohbet ettiler ve o adamda bankta bir boşluk bırakıp ayrıldı yanından. Düşünmeye devam etti oturduğu bankta Ender, içinde sanki bulmak istediği cevaba ulaşabilecek gibi bir his taşıyordu. Ümidi kırılacak gibi oldu. Derken kıravatlı ve takım elbiseli bir adam daha oturdu yanına. Sohbete açık biriydi ve tebessümle konuşmaya başladı Ender’le.

“İki yıldır çalışıyorum. İş çıkışında kirada kaldığım evime giderken bu bankta dinlenirim. İlk defa görüyorum seni?”

Hep bu soruyla konuşmaya başlıyordu sanki insanlar. Ender, kafasını salladı ve çok fazla yorum yapmadan dinlemeye devam etti.

“Kirada kalmak zor. Bir de arabasız olmak. Evet, bu bankı seviyorum ama yorucu oluyor işe yaya gidip gelmek. Çok bir şey değil. Bir ev, bir de araba istiyorum. Yakında evleneceğim. Eşim olacak Makbule. Kendisi doktor. Ben de mühendisim. Bu zamanda şart, evdeki iki kişide çalışmalı. Nasip, istiyorum bakalım. Zamanla olur diye umut ediyorum.” diye cümlelerle kendini tanıtırken gelen telefonla yanından ayrıldı kıravatlı adam. İstekleriyle hatırlıyordu rabbini. Ümidi kalmamıştı Ender’in. Evine doğru yönelmek için ayağa kalkarken yanına gelen yaşlı bir amca “Otur evlat otur, rahatsız olma.” dedi. Ve bir hisle yerine geri oturdu Ender.

Esirgeyen ve bağışlayan Rabbimin adıyla, diye Ender’in yanına oturdu yaşlı amca. Şükür, dedi. Günün bereketli saatlerindeyiz, herkes kazancının karşılığını alıyor bu saatlerde, dedi sonra. “Düzen devam ediyor. Güneş kendi vazifesinde, ayla mesai değiştiriyor. Yıldızlar birazdan nöbet yerlerini alırlar. Vazifesiz hiçbir mahluk yok. Ya senin vazifen ne burada evlat?” diye alışık olmadığı bir soruyla başladı konuşma. Ender, önce ne diyeceğini şaşırdı. Sonra dürüstlüğünden ve dobralığından ödün vermeden söyledi vazifesini:

Rabbimi arıyorum.

“Çok uzakta arama.” dedi yaşlı amca.  Sonra her şeye gücü yeten, her şeyin yanında hazır, her mekanda nazır, mekandan ve zamandan münezzeh olan Rabbinden bahsetti Ender’e. Ender bu cümleleri sanki ilk defa dinlemekteydi.

Huzurla tanışmıştı sanki. Devam etti yaşlı amca, herhangi bir karşılık beklemeden.

“Çıkar aklındakileri. Allahüekber! Allah, en büyüktür! Bırak insanların akıllarından, zihinlerinden geçirip dile döktüğü anlamsız cümleleri. Onlar, O değil. Her şey O’ndan. O, her şey. Her şey, O. Aramak için kendinden başla. Toprağın dili ve denizdeki dalgaların fısıltısı yabancı gelmeyecektir o zaman.” dedi ve durakladı yaşlı amca. Ve sessizce düşüncelerine yöneldi Ender. Bulduğundan emindi insanların Rabbini. Yüzünde uzun bir aradan sonra bir mutluluk ifadesi belirmişti. Yıldızlar nöbetini devralmış, güneş mesaisini aya bırakmıştı. Sessizce ve tebessümle vedalaşıp ayrıldılar, sahildeki banktan. Rabbini bulmaktan edindiği huzurla, kaybettiği her şeyden vazgeçti Ender. Sonra onları da kaybetmediğini öğrendi. Evine vardı. Sessizce yatağına uzandı. Aklındaki soruyu, duyduğu cevapları ve geçirdiği günü süzdü aklından. Çok geçmedi aradan, gözleri ve kulakları mesailerini tamamlamışçasına huzurla kapandı. Sonra, Rabbine yöneldi. Kaybetmediklerine kavuştu Ender, onlarla selamlaştı, huzura erişti.

Deruhte Dergi

Deruhte Dergi, kendini içinde bulunduğu işin tamamından mesul görenlerden oluşur. Biz işin bir ucundan tutarak vicdanını rahatlatmayı başaramayanlarız. Edebiyatı umut ve kaygı ile seyrediyor ve bu kaygının diri tutulmasını umudumuz adına önemsiyoruz. Yazmayı salt ‘vakit öldürme aracı’ veya piyasaya(!) ürün sunma imkânı olarak görmemekte ısrar ediyoruz. Deruhte Dergi ekibi, ismiyle müsemma olmayı en büyük paye kabul eder.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir