KAR ÇİÇEĞİ

‘’Acaba çiçekler de üşür mü Reisim?’’

Sivas’ın çiçekleri üşümezdi herhalde. Havası hep serttir oraların. Bir yaz gecesi bile insanın içi ürperir. Birde yabancıysanız o memlekete gece elleriniz istemsizce yünden kalın bir yorganı arardı.

‘’Kar çiçekleri üşümez.’’ dedi Reis bir eliyle tepenin sırtından sürünmeye çalışırken. Bu halinde bile hayatı boyunca üzerinde bir ceket gibi taşıdığı azmi yüzüne vuruyordu. Onun yanında bulunup ona hayran olmamak elde değildi. Koca dağda bir başımızaydık! Ben dağın yamaçlarından aldığım kuvvetle esiyor aşağılardaki birkaç köye kar kokusunu serpiştiriyordum. Hava soğuktu, insanın kemiklerine kadar işleyen ayaz hâkimdi bütün Keş dağına. Reis durdu ve inceleyen bakışlarıyla karların üzerinde bir şey aradı. Onun bu keskin bakışları bu dağları mesken edinen kaya kartallarını bile kıskandırırdı. Biraz sonrada titreyen, soğuktan morarmış parmaklarıyla işaret etti. Merakla o yöne baktım. Bu sırada bir kez daha Reisin sesini işittim. ‘’Bak orada, orada kar çiçeği.’’

Gösterdiği yerde gerçekten de iki ayrı kar çiçeği bütün ihtişamıyla dikiliyordu. Bir an acı acı esmeyi bırakıp kar çiçeklerini seyre daldım. Yeşil küçük yapraklarının üzerindeki sarı tomurcuklarıyla meydan okuyordu bütün çevresine. Çiçeklerin hiç de üşür gibi bir hali yoktu. Kar çiçeği güçlüydü, Sivas’ın çiçekleri kadar güçlü, en az onlar kadar azimliydi. Gözlerim bir Muhsin başkana, bir kar çiçeklerine gidiyordu. Bu benzerlik hiç de şaşırtmıyordu beni. Bilirdim ben Reisi, bilirdim onun geldiği ve gittiği yeri.

Bir müddet sonra tekrar hareketlendi Reis. Herkes öyle seslenirdi ona. Ben bile birçok kez bu sesleri taşımış onları işitmiştim. Şu an onun yanında yöresinde olmak canımı yakıyor fakat engel olamıyordum. Reis durdu ve dua etmeye başladı. Belki de namaz kılıyordu. Bilirdim onu. Bir vakit namazı kazaya kalmaz, dilinden duası eksik olmazdı.

Yeniden başını kaldırdığında merakla sordum, ‘’Peki, nereye gidiyoruz Reisim?’’

Yeniden durdu, yukarılara, onu buraya getiren metal yığınına göz attı. Gözlerine baktım, onun hayatı boyunca gözlerinden eksik olmayan umut ışığını görmek adına. Göremedim…

‘’Umut burada değil.’’ dedi Reis. Durdu, tekrar etrafına bakındı ve devam etti, ‘’Umudun olduğu yere, umudun hâlâ devam ettiği yere gidiyoruz.’’

Artık buralarda esmek istemiyordum. Bundan emindim. Küçük, kayalık bir çukurun ortasında amaçsızca dönüyor daireler çiziyordum. Artık Reise dönüp bakmaya cesaret edemiyordum. Bir ara gözlerim tekrar yamaca takıldı. Burada mor kar çiçekleri vardı. Daha önce onları hiç bu kadar incelememiştim. Bunca zaman bu güzelliğin farkına varamadan esmiş olmanın ağırlığıyla eziliyordum. Dayanamayıp tekrar Reisin yanına döndüm. O artık hareket etmiyor, o artık sorularıma cevap vermiyordu. Yerden kaldırdığım birkaç kar tanesini yüzüne serpiştirdim. Uyansın istiyordum, uyansın da uyuyanları uyandırsın. Uyanmadı…

O güçlü adama iki uzun gün eşlik ettim. Yalnız değildim, tepemizde melekler dönüyor, onun Keş dağına sığmayan imanı başımızda nöbet tutuyor, tepenin başında birkaç iri kurtta gözcülük ediyordu. O unutulmayacaktı, hiçbir irade bir kalbe onu unutturamayacaktı. Onun kullandığı her söz bir miras, attığı her adım bir yol, savunduğu her şey baş konulacak bir davaydı. O bu vatanın öz evladı, o bu coğrafyanın bir değeri, o bu karlı dağların Kar çiçeğiydi…

Deruhte Dergi

Deruhte Dergi, kendini içinde bulunduğu işin tamamından mesul görenlerden oluşur. Biz işin bir ucundan tutarak vicdanını rahatlatmayı başaramayanlarız. Edebiyatı umut ve kaygı ile seyrediyor ve bu kaygının diri tutulmasını umudumuz adına önemsiyoruz. Yazmayı salt ‘vakit öldürme aracı’ veya piyasaya(!) ürün sunma imkânı olarak görmemekte ısrar ediyoruz. Deruhte Dergi ekibi, ismiyle müsemma olmayı en büyük paye kabul eder.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir