KİMSE

İstiyorum ki ortaklıktan kaybolayım. Kimsenin beni tanımadığı yerlere gideyim. Denize ayaklarımı sokayım, eteklerimi rüzgâr okşasın. Yapamıyorum, içim daralmaktan yoruldu. Aslında içimin camını çerçevesini indiresim geliyor.

O rüzgârlar, fırtına aslında yokmuş. Her şey senin beyninin içinde. Sen o kapıyı açtığında virane bir sokak bekliyorsun ama her şey süt limanmış. Çünkü enkaz beyninin içinde. Çünkü savaş senin içinde. Bombalar senin içinde. Ölen çocuklar senin içinde. Bağıran anneler, patlayan camlar… Her şey… Hepsi…

Sen bu toz toprağın içinde, sen bu dumanın içinde, çöplüğün içinde, dünyanın görebileceği en rezil zaman içinde, her şeyi/herkesi tüketen çağın içinde, asla geçmeyen ama hiç de durmayan zamanın içinde… Sen bu kadar yıkıntının içinde nasılsın? Çocuklar ölürken sen nasıl sağ kaldın? Kendime uzun zamandır bu soruyu sormadım. Korktum. Kendi cevabımdan korktum.

Peki o acı nasıl öyle vurur gibi, neden öyle sızlar gibi? Ne şekilde, hangi durumda, kaç şiddetinde öyle bağıra bağıra? O acıyla nasıl düştün öyle, nasıl taktın ayağını, nasıl öyle hemen uçurumun kenarındasın? Yoksa atlamak için ayağın takılmış gibi mi yaptın? Nasıl hem bakmadı hem görmedi kimse? Herkes oradaydı nasıl? Kimse mi yani, çok komik. Biri kendini attı, biri kendini astı, çocuklar babasız kaldı herkesin gözünün önünde. Kimse mi? Kimse.

Bana o kavgadan sonra nasıl baktın? Bunu her yere yazabilmek için dünyanın bütün dillerini öğrenmek istiyorum. Bana nasıl öyle çok aramış da sonunda bulmuş gibi… Bana nasıl öyle enkazdan sağ çıkmış gibi… Ağlayamadım, rüyamın ortasında uyandım yastığımı çevirdim çünkü böyle gidersin sandım. Ağlayamadım. Saate baktım, 03.42. Unuttum sandım. Tüm bunlar yetmiyor gibi.

Yüreğim ağrıdı. Yüreğin ağrımadığını söyleyen kişiler yalancıdırlar. İnsanın burnunun direği gerçekten sızlarmış, özlemden. Yüreğim ağrıdığında öğrendim. Her bir hücremle, yaşayan ve burada olan her yanımla. Ben her yeni güne ‘’Bu sabah daha ne kadar dağılabilirim?’’ diye uyanıyormuşum. Kendini toplamak, çiçek toplamak gibi değilmiş. Zaten çiçek de değilmişim. Dalımdan koparıldığımda her şeye rağmen yaşamaya devam etmem gerekiyormuş. 

O kafanda dolanan kan seni rahatsız etmiyor ama yerde gördüğünde nasıl tedirginsin bak. Bazı şeyleri görmemiz gerekir çünkü. Kalp atışının sesi, kulaklarını patlattığında anlarsın aslında dev bir orkestranın şefi olduğunu. Bazı şeyleri duymamız gerekir çünkü. Bu listeye yüzünü eklememiz gerekir çünkü. Lütfen artık öyle dağıtmayın buraları benim toplayacak halim kalmadı.

Bazılarına anlatmakla duvara konuşmak arasındaki ağırlığı hep duvara verdim. Duvar kıymetliydi, eleştirmezdi, dinlerdi. Yine de değişmezdi. O zaman yine eşit değiller miydi? Aslında kimse o kadar yoktu ki o kadar o kadar o kadar o…

Delirmek o kadar kolaymış ki. Eski evlerin banyolarında yankılarla konuştuğumda anladım. Uçurumlar gülümser biliyor musunuz? Onlara çok uzun zaman bakarsanız onlar da size bakmaya başlar.

Lütfen öyle dağıtmayın buraları benim toplayacak halim kalmadı.

Tüm bunlar gerçek değilmiş, oyun dünyası. Yalanmış. Sonmuş ama başlangıçmış da. Tükenmek üzereymiş, baki olmayan her şey fesada uğramaya mahkûmmuş.  Kimse yokmuş, hiç olmamış, hiç olmamış, hiç olmamış ve hiç yok.

Deruhte Dergi

Deruhte Dergi, kendini içinde bulunduğu işin tamamından mesul görenlerden oluşur. Biz işin bir ucundan tutarak vicdanını rahatlatmayı başaramayanlarız. Edebiyatı umut ve kaygı ile seyrediyor ve bu kaygının diri tutulmasını umudumuz adına önemsiyoruz. Yazmayı salt ‘vakit öldürme aracı’ veya piyasaya(!) ürün sunma imkânı olarak görmemekte ısrar ediyoruz. Deruhte Dergi ekibi, ismiyle müsemma olmayı en büyük paye kabul eder.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir