KISA BİR YÜRÜYÜŞ DENEMESİ
“Hakiki yaşam büyük bir yolculuktur.”
-Henry David Throeau-
Sizlere yürüme’yi nefis terbiyesi adına bir yaşam biçimi haline getiren erenlerden, derslerini yürürken anlatmayı adet edinen filozoflardan, eserlerini dayanılmaz baş ağrılarından kurtulmak için çıktığı uzun yürüyüşlerinde yazan Nietzsche’den pek bahsetmeyeceğim. Modern zamanların en iyi yürüyüşçü-şairi olan Rimbaud da geride kalsın. Ona en iyi demem boşuna değil, otuz yedi yaşında bunca yıllık yürüyüşün bıraktığı acı bir hatıra olarak dizini mahveden bir hastalıktan ötürü hayatını kaybetti. Her ne ise; konumuz yürüme eylemini kendine başlı başına bir mesele edinenler üzerinde kısaca durduktan sonra bu eylemin mahiyetini yazı ve düşünceyle ilişkisini göz önüne alarak biraz aydınlatmaya çalışmaktan ibarettir.
Belki ilk olarak Throeau’dan bahsetmemiz gerekir. Bunun ilk sebebi, Throeau’nun “yabanda yaşamak” hakkındaki orijinal düşünceleri ve günümüzün kazanma odaklı yaşam tarzına pek aldırış etmemesidir. Kendisi bilindiği üzere “itaatsizliğin” simge isimlerindendir. İkinci sebepleri ise tıpkı diğer yürüme tutkunları gibi yürüyüşe kendine has bir anlam yüklemesidir. Mesela ilkbaharda seher vaktinden yapılan yürüyüşlerin yeri ayrıdır ona göre. Çünkü:
“Bir ilkbahar sabahı affedilir insanlığın günahları.”
Yürümeyi bir arınma metodu olarak gördüğü aşikâr, şair-yazar-filozofumuzun. Throeau yürümenin söylemek, yazmak ve düşünmekle ilişkisini anlamak adına çok iyi bir örnektir.
Zamanımızda yürümeyi bir spor aktivitesi olarak görmeyen kalem erbabına örnek olarak Yaşar Kemal’i verebiliriz. O, romanları için yürümüştür ömrü boyunca. Bu konuya itinayla eğildiğini ve yürüyüş ayakkabısını seçerken dahi çok hassas davrandığını kendisiyle yapılan röportajlardan öğreniyoruz. Yazarın malzemesini ayaklarına borçlu olduğunu söyleyebiliriz. Filozoflar ise mesailerini sayfalara harcamayı tercih ediyorlar çağımızda -Frederic Gros hariç-. Belki de onlar Nietzsche’nin yerdiği metoda hapsolmuşlardır: Masa başına ve loş kütüphanelere hapsolarak düşünce üretmek. O kadar övdüğümüz kütüphane ortamının iç karartıcı yönünü bir de Nietzsche’den dinlemek gerek. Filozof; kitaplardan çok ağaçların, dağların ve uzun yolların öğrencisi olmuştur hayatının ikinci yarısında. Şairlerin yürüyüş noktasında iyi durumda olduklarına inanıyorum. Kim bilir, belki de inanmak istiyorumdur. Ne de olsa şiirin yapı malzemeleri arasında masa ve kütüphane asli unsurlar değil. Şiir, “söylenen bir şey”dir çünkü. Gerçi günümüz şehirlerinde ulaşım araçları da şiir söylemeye imkan sağlar, ömrümüzün bir kısmını tüketmenin karşılığı olarak. Fakat “yürüme”nin bu konudaki her türlü hakkı mahfuzdur ve otobüs-uçak-tren yolculuklarıyla kıyası kabil değildir.
Demem odur ki, yürümek insana yaşadığını hissettirir. Bu his olmadan eylediklerimiz sakat kalır. Bilincimizin eylemlerimizde bize eşlik etmesini istiyorsak yürümeyi öğrenmeliyiz ya da tekrar hatırlamalıyız. Bu konuda uzmanımız Throeau’nun tespiti ne güzeldir:
“Yaşamak için ayağa kalkmamışken, yazmak için oturmak nasıl da beyhudedir.”
*Yürüme eylemi hakkında pek zengin bir literatür olduğu söylenemez. Mirasımıza ait rıhle külliyatına ulaşma imkânına sahip değiliz. Yine de okuduğum/okumayı düşündüğüm kitaplara örnek olarak Yürümenin Felsefesi’ni(F.Gros), Yürümek’i(H.D.Throeau) ve Yolculuğa Övgü’yü(M.Onfray) verebiliriz.