MODERN SAFSATA

İdrâk Sorgulamaya Sevk Eder

     İdrâk edebilmek bir nimettir. Bu nimete erişebilenlerimiz hayatını zaman zaman sorgular. Kimimiz günü gününe bir sorgulamanın elzem olduğuna inanır, kimimizse yaş kemâle erdikten sonra bunun idrâkine varır. Sorgulamanın yaş kemâle erdikten sonra yapılması genel itibarıyla var olan, yanlış bir itiyat olsa da ömrünü sorgulamadan tamamlayanlar ile kıyas edildiğinde bu, şükredilecek bir durumdur.

     Fert olarak kendi hayatımızı sorgulamamızın yanında toplumu sorgulama yönümüz de vardır. Ya kendi hayatımızdan başlayarak toplumu sorgulamaya ya da toplumun sorgulanmasından kendi hayatımızın sorgulanmasına geliriz. Fakat günümüzde bu durum epey farklılaştı. Modern hayatın gölgesine sığınan dünya toplumu ne kendini sorguluyor ne de toplumun gidişatını. Zira idrâk edebilme ve sorgulama nimetine sahip olanlar, “Biz nereye gidiyoruz?” diye soranlar azaldı. Hâlbuki şu sorunun idrâkine varabilsek, pek çoğumuzun sorgulama melekeleri açılacak, zihnindeki ve gönlündeki hakikat kanalları yeniden işlevsel hale gelecek.

Yapacağı işin sonunda zevkine uygun bir şey olduğunu bilen bir çocuğun kendisine tevdi edilen işin iyi mi, kötü mü olduğunu ayırt etmediği gibi, bizler de dur durak bilmeden koşuşturduğumuz dünya hayatında bu çocuk gibi mi olacağız? Çocuk yaptığı işin sonunda ödül alacağını biliyor, peki ya bizler? Sonunda ödül mü vardır, ceza mı vardır hiç düşünmeden, giriştiği her işi hedonist bir yaklaşımla muhakeme eden günümüz insanını durdurup sormalı ki, “Bu gidiş nereye?”

Hız ve Haz Odaklı Yaşam

     Sorgusuz sualsiz yaşamın tezahürü maalesef ki, hız ve haz odaklı bir yaşam oldu. İşlerimizde hızı esas aldık alalı, iki yakamız bir araya gelmedi. Çoğu değerden soyutlandık. Yaşama gayemizi unuttuk. Hani unutkandık da, yaşama gayemizi unutacak kadar değildik. Hız geldi geleli ne muhasebe ediyoruz ne değerlerimize sahip çıkıyoruz ne de çevremizdeki güzelliklerin farkına varıyoruz. Milan Kundera’nın “Yavaşlık” eserinde anlattığı gibi, “Yavaşlığın düzeyi anın yoğunluğuyla doğru orantılıdır; hızın düzeyi unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır. Yavaşlık ile anımsama, hız ile unutma arasında gizli bir ilişki vardır. Bir şeyi anımsamak isteyen kimse yürüyüşünü yavaşlatır. Buna karşılık, az önce yaşadığı olayı unutmaya çalışan insan elinde olmadan yürüyüşünü hızlandırır.”

     Hızlı bir yaşam ve imkânları genişletme sevdası, en ulvi değerlerimizden biri olan sabır mefhumunu hayatımızdan neredeyse söküp attı. İnsanoğlunun sahip olduğu imkânlar arttıkça tahammülde buna binâen zayıflamaya başladı. Hatta yok olmaya yüz tuttu. Buradaki ters orantı maalesef ki, hayatımızı da tersine çevirdi. İmkânların o kadar geniş olmadığı devirlerde, insanların bir yere ulaşmak için aylarca yol gittiği, bir bilgiye ulaşmak adına nice zahmete katlandıkları hepimizin mâlûmu. Günümüzde imkânların genişlemesi ve çeşitlenmesi ile ihtiyaçların bu kadar hızlı ve zahmetsiz görülmesi, daha sakin ve huzurlu bir yaşama vesile olması gerekirken, tam aksine eskiden var olmayan sıkıntı, stres ve acelecilik hayatımızda inanılmaz derecede rol almaya başladı.

İşlerimizi Bitirirken Kendimizi Bitirmeyelim

     Günümüzde o kadar meşgale sahibi olduk ki, müsait insan kalmadı neredeyse. Yeni doğan insan evladı ana, babayı öğrenmeden, dünyayı keşfetmeden bir meşguliyet sevdalısı oluveriyor. 7’den 77’ye hepimiz meşgulüz, koşuşturuyoruz. Koşuşturalım, işlerimizi bitirelim lâkin kendimizi bitirmeyelim, değerlerimizi bitirmeyelim.

Bahar her sene tekrardan gelecek diyoruz, kışın kar tekrardan yağar diyoruz. Lâkin şunu unutuyoruz: O açan çiçek senin fark etmediğin yılın baharında açmıştı, o yağan kar senin fark etmediğin yılın kışında yağmıştı. Bir daha aynı güzellikte çiçek açacağı, bir daha aynı güzellikte kar yağacağı ne mâlûm? Çiçekler aynı güzellikte açar belki yahut karlar aynı güzellikte yağar ama bunu sen görebilir misin, orasını bilemem işte. Belki güzelliğini fark etmediğin çiçek üstünde biter, belki güzelliğine hayran olmadığın kar üzerine yağar. Prof. Dr. Sadettin Ökten hocamın ifadesiyle söyleyecek olursak, “İnsanın gökyüzüne bakacak vakti olmalı. Yapamadım, yetiştiremedim, hiçbir zaman bitmez, hiçbir devirde de bitmemiştir. Hilkate bakmalı insan, kendisiyle yalnız kalmalı, işte yokluk öyle başlıyor. Varlık zor, varlık çok ağır, varlıkla meşgul olmak… O sıklet kalbi çok yoruyor azizim.”

     Yaşamı hızlandırıp iş üstüne iş yapma hırsımız hayattaki nice değeri ve güzelliği söküp atmamıza sebep oldu. Gözümüzü kör etti, ulvî hayat gayemizden soyutladı. Soyutlanınca afalladık; ne yapacağımızı, nereye sığınacağımızı bilemez hâle geldik. Beydeba’nın dediği gibi, “Kesin anladım ki, kişiyi dünyada musibete dûçâr eden şey sonu gelmez ihtiraslar ve aç gözlülüktür. Dünyaya âşık olan daima musibet, meşakkat ve koşuşturma içinde olacaktır.”

     Hayvanların şuuru olsaydı şayet, insanın nasıl eşref-i mahlûkat olduğunu sorgularlardı. İnsan yaratıldığı ulvî gayeyi unuttu unutalı; insanı insan yapan değerlerini, çevresindeki güzellikleri ve özünü yani ruhunu her geçen gün kaybetmekte. Her akıllı, idrâk düzeyi var olan, gönül ve vicdan sahibi ruh, bunun bu şekilde tezahür ettiğine kanaat getirebilir. Lakin ne şuurlarımız o kadar berrak ne de idrâkimiz basîret ve ferâset taşıyor.

Modern Denen Safsatayı Bilmeliyiz

     Hayatlarımıza sirâyet edip bizleri ulvî hayat gayemizden, aslî değerlerimizden, gönülleri gönüllerden koparan ve “modern” diye tabir edilen hayat şekli, hızlı bir şekilde yapılmış, dışı yaldızlanmış ama içi kokuşmuş bir binaya benzer. Her aklı başında insanın mâlûmudur ki, hızlı bir şekilde inşa edilen binanın ne güvenliği vardır ne de estetiği. Yıkılmaya mahkûm, içi kokuşmuş bir binada da aklıselim sahibi bir insan oturmak istemez. Günümüz sistemleri, “modern hayat” denilen bu sahtekârlık ürünü evleri dışlarını yaldızlayarak satıyorlar. Bizler de maalesef ki, dıştan öte özün önemli olduğunu bildiğimiz hâlde buna aldanıyoruz ya da şu şekilde söylemeli, aldatılıyoruz. Aldanmamak yahut aldatılmamak için şunu bilmekte yarar var: Düşünün ki bir yarışmadasınız ve burada yaptığınız her fiil bir sayıya tekâbül ediyor. Yarışmanın sonunda bu sayılar ardı ardınca toplanıyor. Lâkin toplanan bu sayı dizisinin sonunda bir sıfır çarpanı var. Karşımıza çıkan soru şu: “Nihâyetinde buhar olup uçacaksa topladıklarımızın ne ehemmiyeti var?” Eğer yaptığımız işler hız ve haz odaklı tezâhür ederse ölüm bizim için yutan elemanı temsil edecek. Ne kadar toplamış olursak olalım sıfır her şeyi yutacak ve avuçlarımız boşta kalacak.

Deruhte Dergi

Deruhte Dergi, kendini içinde bulunduğu işin tamamından mesul görenlerden oluşur. Biz işin bir ucundan tutarak vicdanını rahatlatmayı başaramayanlarız. Edebiyatı umut ve kaygı ile seyrediyor ve bu kaygının diri tutulmasını umudumuz adına önemsiyoruz. Yazmayı salt ‘vakit öldürme aracı’ veya piyasaya(!) ürün sunma imkânı olarak görmemekte ısrar ediyoruz. Deruhte Dergi ekibi, ismiyle müsemma olmayı en büyük paye kabul eder.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir