OLAĞANÜSTÜLER
7 güzel adam diye tabir edilen şairlerimizden biri olan Mehmet Akif İnan, öyle gerçekçi, öyle güzel, öyle dokunaklı bir şiir yazmış ki, her mısrasında Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ile alakalı bir olayı buluyorsunuz. Biz bu yazımızda, mısralarda bahsedilen olayları, hemen o kıtanın altına yazacağız ki, güzel adamımızın güzelliğini bir kez daha görelim. Sizi olağanüstüler şiiri ve şiire konu olmuş kıssalar ile baş başa bırakıyorum.
Gelip düşte muştuladılar onu
En ulu insana yüklüsün diye
Cenabı Resullah’ın dünyayı şereflendireceğine dair en büyük müjdeyi, Rebiül evvel ayının 11.pazar gecesi bizzat Hz.Amine aldı. Hz.Amine o gece rüyasında bedeninden bir nurun çıkıp, doğu ile batıya doğru hızla yayılarak her tarafı aydınlattığını gördü. Rüyasının sonlarına doğru Cebrail aleyhisselam bütün peygamber annelerine haber verdiği gibi onada;
-”Ey Amine! İyi bilmelisin ki sen alemlerin en hayırlısına hamilesin.Doğduğu vakit oğluna Ahmed ve Muhammed adını koy” dedi. Hz.Amine uyanınca ziyaretine gelen kayınpederi Abdülmuttalib’e müjdeyi verdi.
Yıkılan burçların, sönen ateşin
Kuruyan Save’nin haberci dili
Fahri Kainat Efendimizin doğduğu gecenin sabahı Mekkeliler bütün putların yüzüstü yere düşmüş olduklarını gördüler. Aynı gece Arabistan dışındaki ülkelerde de pek çok mucizevi haller zuhura gelmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir. İran hükümdarı (kisrası) Nüşirevan’ın sarayı sarsıldı ve 14 kulesi (Burcu-Dakkı-Şehnişi) yıkıldı. İran’in İstahrabat şehrindeki ateşperestlerin tapınaklarında 1000 yıldan beri hiç sönmeden yanmakta olan ateşleri söndü.
O zamana kadar mukaddes sayılan Save gölünün suları bir anda çekilerek kurudu. Şam’da asırlardan beri kurumuş olan semave vadisi, su ile doldu, taşarak akmaya başladı.
Yıldızlar billurdan avize gibi
Bir ev nur merkezi geldiğin gece
Alemlere rahmet olarak gönderilen Fahri Kainat Efendimizin dünyaya teşrif edeceği an geldiği zaman Hz.Amine’nin olanlarla ilgili olarak şöyle söylediği rivayet edilmektedir.
-”Ben başka kadınlar gibi gebelik zahmeti çekmedim. Gebelikte olan ağırlıkları duymadı. Doğum yaklaşınca kulağıma şiddetli bir ses geldi. Ürktüm. Bir ak kuş gelerek kanadı ile arkamı sıvadı. Benden o ürkme ve korku halleri geçti. Yanıma bakınca bir beyaz kase ile şerbet verildiğini gördü. Onu alıp içince her tarafımı nur kapladı. O anda Muhammed (SAV) dünyaya geldi.” Ayrıca Hz.Muhammed (SAV) doğarken Hz.AMine’nin gözünden perdenin kalktığı, Cennet huri ve melekleri ile daha birçok harkulade halleri temaşa ettiği rivayet olunmuştur.
Vakti yenileyen sen ey hoş geldin
İbrahim duası, İsa müjdesi
“Ben atam İbrahim’in duasıyım. O Kâbe’nin duvarlarını yükseltirken, “Ey Rabbimiz! Onlara zürriyetimden bir peygamber gönder.” diye dua etmişti.
Ben kardeşim İsa’nın müjdesiyim.
Ve ben annem Amine’nin rüyasıyım.”(Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/127)
Başında bir gölge altın çocuğun
Onu korumanın dipsiz imgesi
İslâm tarihi kaynaklarında Hz. Peygamber (asm)’in henüz on iki yaşında iken amcası Ebû Tâlib tarafından bir Kureyş ticaret kervanı ile Suriye’ye götürüldüğü rivayet edilir.
Kafile her zamanki gibi Busrâ’da, Bahîrâ diye bilinen münzevi rahibin manastırı yanında konaklamıştı. Bahîrâ’nın yaşadığı bu küçük manastırda eskiden beri bir kitap bulunuyor ve bunu okuyan her rahip Hristiyanların en bilgili din adamı oluyordu. İbnü’n-Nedîm, Bahîrâ’nın elindeki dinî metinlerin bazı peygamberlere gönderilen suhuf tercümeleri olabileceğini söyler. Bu bilgin rahiplerden biri olan Bahîrâ, daha önceki seyahatlerde Kureyşliler buradan geçtikleri zaman onlarla hiç ilgilenmez ve kimse ile konuşmazdı. Ancak bu defa manastırdan dışarı bakarken kervanda bulunan Hz. Muhammed’i bir bulutun gölgelendirdiğini, bir ağacın altında oturduğu zaman dallarının onun üzerine eğildiğini gördü. Bunun üzerine hemen bir sofra hazırlayıp kafile mensuplarını yemeğe davet etti.
Kureyşliler o güne kadar kendileriyle hiç ilgilenmeyen Bahîrâ’nın bu davetini biraz da hayretle kabul ettiler ve yaşı küçük olduğu için Hz. Muhammed’i kervanın yanında bırakıp manastıra gittiler. Ancak Bahîrâ yemeğe onun da gelmesini istedi ve kendisiyle bizzat ilgilendi, ona çeşitli sorular sordu, sırtına bakarak peygamberlik mührünü (hatm-i nübüvvet) gördü.
Alınıp oyundan nurdan neşterle
Ayıklar içini bir melek doktor
“Ben, Sa’d bin Bekroğulları yanında emzirilip büyütüldüm. Birgün süt kardeşimle birlikte evlerimizin arkasında kuzuları otlatıyorduk. O sırada yanıma beyaz elbiseli iki kişi geldi. Birinin elinde içi karla dolu bir altın tas vardı. Beni tuttular, göğsümü yardılar. Kalbimi de çıkarıp yardılar. Ondan siyah bir kan parçası çıkarıp bir yana attılar. Göğsümü ve kalbimi o karla temizlediler.” (Sîre, 1/175; Taberî, 2/128.)
Çorak vadiler doyar yağmura
Elinden tutulup yalvarılınca
Hicretin altıncı yılında büyük bir kuraklık ve kıtlık her tarafı sarmıştı. Ramazan ayında, bir cuma günü, Resûl-i Ekrem Efendimiz hutbe irad buyururken, kendisinden, “Allah’a dua et de bize yağmur versin.” diye rica edildi.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, “Allah’ım! Bize yağmur ver. Allah’ım! Bize yağmur ver.” diyerek duâ etti. (Buharî, 1:179; Müslim, 2:613.)
Bir anda ayna gibi berrak olan gökyüzünde bulutlar belirdi. Ve yağmur yağmaya başladı. Peygamber Efendimiz bu sefer, “Allah’ım! Bu yağmuru bardaktan boşanırcasına yağdır ve hakkımızda hayırlı kıl.”(Buharî, 1:179.) diye duâ etti.
Enes bin Mâlik der ki: “Üzerimize öyle bir yağmur yağdı ki, neredeyse evlerimize gitme imkânı bulamayacaktık. O gün, ertesi gün, daha ertesi gün, tâ öteki cumaya kadar yağmur yağmaya devam etti.” (Buhârî, 1:179; Müsned, 3:261.)
Cuma günü Peygamber Efendimiz yine hutbe irad ederken, bu sefer yağmurun dinmesi için duâ etmesini şöyle rica ettiler:
“Yâ Resûlallah! Evler, yağmurdan yıkılmaya başladı. Yollar kapandı. Allah’a dua etsen de yağmuru kesse!” (Müsned, 3:261.)
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz tebessüm buyurdular, sonra da ellerini kaldırarak, “Allah’ım! Çevremize yağdır, üzerimize değil.”(Müsned, 3:261; Müslim, 2:613.) diyerek duâ etti.
Yine Enes bin Mâlik der ki:
“Resûlullah Aleyhisselâm duâ ederken de eliyle, semânın neresine işaret ettiyse orası açıldı ve Medine üstü, açık bir meydan gibi oldu. Medine çevresine yağmur yağarken, Medine’ye bir damla bile düşmüyordu. Etraftan gelenler, oralarda bol bol yağmur yağdığını haber vermekte idiler.”(Müslim, 2:614.)
En büyük kadının seçtiği olmak
En büyük erliğin hediyesidir
Cebrail (aleyhisselam) Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’e; “Ya Rasulallah! İşte Hatice sana yönelmiştir. Beraberinde bir kap vardır ki içinde yiyecek ve içecek vardır. Sana geldiği vakit ona Rabbinden ve benden selam söyle. Hem kendisini cennet inci kamışından bir evle müjdele! O evde ne gürültü olacak ne de meşakkat!”(Müslim, Fadailu’s Sahabe, 71.)
Hatice validemiz Allah’ın selamına ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in övgüsüne nail olmuş faziletli ve şerefli bir hanımdır. İmanda, iffette, güzel ahlakta, sabırda, sadakatte kısacası her yönü ile örnek bir anneydi. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) validemiz için “Hanımların en hayırlısı Hatice binti Huvelid’dir” demiştir.(Müslim, Fadailu’s Sahabe, 81.)
En yırtıcı insan en adil olur
Ellerin boş dönmez dileğinden
Müşriklerin bir araya toplanıp Re¬sû¬lul¬lah’ın vücudunu ortadan kaldırma kara¬rı aldıkları günlerdi… Müslümanlar ibadetlerini gizli olarak yapıyorlardı. Henüz Müslüman olanların sayısı 40’a ulaşmamıştı. Re¬sû¬lul-lah (a.s.m.), müşrikler arasında bulunan, güçlü kuvvetli ve halk arasında itibarlı iki Ömer’den birinin Müslüman olması için Allah’a duada bulundu ve şöyle niyaz etti:
“Allah’ım! İslam’ı Ebû Cehil bin Hişam veya Ömer bin Hattab’la kuvvetlen-dir!”(Tirmizî, Menâkıb: 18.)
Dost olmayanlara salar korkuyu
Başında aslanlar, ejderler bekçi
Ebû Cehil Hz. Peygamber’in (s.a.s) namazından, bir olan Allah’a secde etmesinden çok rahatsız oluyordu. Arkadaşlarına, secdeyi kastederek: “Muhammed sizlerin yanında da yüzünü yere koyuyor mu?” diye sordu. “Evet.” dediler. “Lât ve Uzzâ’ya yemin ederim ki onu, bunu yaparken görürsem boynuna basacağım.” dedi.
Rasûlullah (s.a.s) bir gün Kâbe’de namaz kılarken Ebû Cehil onu gördü ve ahdettiği şeyi yapmak için Hz. Peygamber’in yanına geldi. Fakat birdenbire ellerini kaldırarak ge¬risin geri döndü. Onun bu halini görenler ne olduğunu sordular. Ebû Cehil: “Muhammed’le benim aramda ateşten bir hendek meydana geldi, beni şiddetli bir korku kapladı ve birtakım kanatlar gördüm.” dedi.
Bir çul parçasıyla kestin kavgayı
Oturttun yerine en kutsal taşı
Hz. Peygamber zamanında, duvarları alçak olan Kâbe’nin değerli eşyaları çalınmaya başlamış, bu yüzden Kureyş Kâbe’yi daha korunaklı bir şekle dönüştürmeye karar vermişti. Tam bu dönemde bir yangınla tahrip olan Kâbe, ardından gelen bir sel felaketiyle tamamen yıkıldı ve yeniden inşa edildi. Ancak Hacerü’l-Esved’i yerine yerleştirme konusunda bencil davranan kabileler bu şerefi başkalarına vermek istemeyince sorun büyüdü, hatta kılıçlar kınlarından çıktı. Bundan dolayı kan dökmek istemedikleri için de “Kâbe’ye gelecek ilk kişinin hakemliğini kabul etmekte” anlaştılar. Kararlaştıkları günün sabahında Kâbe’nin çevresinde beklerken Kâbe’ye “Muhammedü’l-emin” dedikleri Hz. Peygamber girince rahatladılar; çünkü ona güveniyorlardı, henüz peygamber değildi, ona düşman olacakları zamana daha vardı. Hz. Muhammed (s.a.v) bir bez parçası istedi onu yere serdi, başka rivayete göre abasını yere açtı. Hacerü’l-esved’i kendi elleriyle üzerine koydu. Her kabîleden bir temsilciye bezin bir ucundan tutup kaldırmalarını söyledi. Onların kaldırdığı bu taşı tekrar kendi elleriyle alıp yerine koydu. Allah bu şerefi kendi Peygamberine nasib etti; kabîleler ise kaldırmaya ortak olmanın verdiği mutlulukla barıştılar.
Çağrıya uyarak yarar da yeri
Yürür gelir ağaç işaretinle
Başta İmam-ı İbn-i Mâce, Dârimî, İmam-ı Beyhakî, Hazreti Enes ibni Mâlik ve Hazreti Ali’den, Bezzaz ve İmam-ı Beyhakî ise Hazreti Ömer’den aynı mucizeyi nakletmişlerdir.
Allah Resulü (asm) kâfirlerin yalanlamalarından dolayı hüzünlü olduğu bir zamanda dedi ki:
“Ey Rabbim, bana öyle bir âyet (mucize) göster ki, bundan böyle beni yalanlayanlara aldırmayayım.”
Hazreti Enes’in rivayetinde, bu hadise vuku bulmadan evvel Hazreti Cebrâil de oradaydı. Vadi kenarında bir ağaç vardı. Hazreti Cebrâil’in haber vermesiyle Allah Resulü (asm) o ağacı çağırdı, ağaç yanına geldi. Sonra “Git” dedi. Tekrar gitti, yerine yerleşti.(İbni Mâce, Fiten: 23, no. 4028; Dârîmî, Mukaddime: 3; Müsned, 1:223, 3:113, 4:177; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:302; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:620; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:10; el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, 2:354.)
Yoluna dikenler döken ellerin
Gün gelir görülür hep kuruduğu
Tebbet, “kurusun” manasında bedduadır. Ebu Leheb hakkında inmiştir. Zira o, eziyet etmek kasdıyla Resûlullah’ın yoluna gizlice diken koymuş, bu işte kendisine karısı da yardım etmişti. Sûre, “Mesed sûresi” diye de anılır. Fâtiha sûresinden sonra Mekke’de inmiştir, 5 (beş) âyettir. (Bir rivayete göre Şuarâ sûresinin 124. âyeti gereğince Efendimiz yakın akrabasını çağırarak, onları İslâm’a dâvet etmişti. Amcası Ebû Leheb galiz sözler sarfederek, “Bizi bunun için mi çağırdın?” demişti. Bunun üzerine bu sûre indi.)
Rahmân ve Rahîm (olan) Allah’ın adıyla.
1. Ebu Leheb’in iki eli kurusun! Kurudu da.
2. Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi.
3. O, alevli bir ateşte yanacak.
4. Odun taşıyıcı olarak karısı da (ateşe girecek).
5. Ve boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde.
Ardından düşmanca iz sürenlere
Örümcek ve kuşlar örer engeli
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ve Hz. Ebubekir radiyallahu anh, hicret için evden çıkarak Sevr Mağarası’na geldiler.
Mağara oldukça ıssızdı. O anda Allah’ın emriyle bir örümcek gelip mağaranın ağzına ağını gerdi, bir çift güvercin ise gelip yuva kurdu. Bu hayvanlar, Resûl-i Kibriyâ ve Hz. Ebû Bekir’i bütün Kureyş’e karşı korumak için nöbettârlık etmeye başlıyorlardı.(Tabakât, 1/228; Belâzurî, 1/260; Uyunu’l-Eser, 1/182.)
Çağlardan çağlara yürüyen sırrı
Fısıldadın mağara arkadaşına
…
Hz. Ebû Bekir, fazlasıyla telâşa kapıldı ve üzüldü:
“Yâ Resûlallah!” dedi. “Beni öldürseler de gam çekmem. Ben nihâyet bir ferdim. Amma, Allah göstermesin, sana bir zarar ve ziyan eriştirecek olurlarsa bu, bütün ümmetin helâkine sebep olur.”
Resûl-i Kibriyâ kemâl-i emniyet içinde, “Üzülme, Allah bizimle beraberdir” buyurarak ona teselli verdi.
Hz. Ebû Bekir, “Yâ Resûlallah” dedi. “Onlardan birisi eğilip de ayaklarının dibinden bir bakıverse, bizi görür.” Fahr-i Alem Efendimiz, yine emîn ve mütevekkil bir şekilde şöyle konuştu: “Yâ Ebâ Bekir, iki kişinin üçüncüsü Allah olursa, sen âkibetin ne olacağını zannediyorsun? Yakalanacağımızı mı sanırsın?”(Müslim, 7/108; Müsned 1/4.)
Elin erişince kısır koyundan
Kaseler dolusu sütler süzülür
Fahr-i Âlem Efendimiz beraberindekilerle üçüncü uğrak yerleri olan Kudeyd mevkiine geldiler. Orada oturan Ebû Ma’bed’in çadırı önünden geçerken satın almak maksadıyla, “Hurma veya yiyecek başka bir şey var mı?” diye sordular.
Ebû Ma’bed o anda orada yoktu. Hanımı Âtike Ümmü Ma’bed, “Hayır, yiyecek bir şey yok.” diye cevap verdi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, bir tarafta zâif bir keçi gördü. “Bunda süt yok mu?” diye sordu.
Ümmü Mâ’bed, “Onun vücudunda kan yoktur, nereden süt verecek?” dedi.
Peygamber Efendimiz, “İzin verirsen sağarım.” buyurdu.
Ümmü Ma’bed, sürü ile otlamaya gidemeyecek kadar zâif olan keçiden süt çıkmayacağını biliyordu. Fakat, misâfire “olmaz” demenin uygun düşmeyeceğini düşünerek, “Pekâlâ, onda süt bulursan, sağıver.” dedi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, gidip keçinin beline elini sürdü ve memesini de mübârek eliyle meshetti. Sonra, “Bismillahirrahmanirrahim” diyerek duâ etti. Daha sonra, “Bir kap getiriniz, sağınız.” buyurdu.
Sağdılar; getirdikleri kocaman kap doldu.
Peygamber Efendimiz önce Ümmü Ma’bed’e, sonra da orada bulunanlara doyuncaya kadar içirdi. En sonunda kendileri içti. Tekrar sağıp içtiler. Üçüncü defa da sağıp, onu Ümmü Ma’bed’e bıraktılar. Sonra da oradan ayrılıp yollarına devam ettiler.
Az sonra, Ebû Mâ’bed geldi. Kap içindeki sütü görünce, “Bu ne?” diye sordu.
Ümmü Mâ’bed, “Buraya mübârek bir zât geldi. Şöyle şöyle söyledi, keçiyi böyle sağdı”diyerek olup bitenleri tafsilatıyla anlattı.
Ebû Ma’bed, “Bunda bir hikmet var. O zâtın şekil ve simâsı nasıldı?” diye sordu.
Ümmü Mâ’bed, “Orta boylu, kara kaşlı, kara gözlü ve gayet nurânî yüzlü, lâtif bir adamdı” diyerek Peygamber Efendimizin şekil ve şemâilini birer birer beyan etti.
Bunun üzerine Ebû Mâbed, “Vallahi” dedi. “Bu senin tarif ettiğin zât, Kureyş içinde zuhûr eder peygamberdir. Eğer, ben burada bulunsaydım, ona tâbi olur, beraberinde gitmeyi ondan dilerdim.”
Resûlullah’tan “Bu keçiyi kesme.” diye de emir alan Ümmü Ma’bed şöyle demiştir:
“Resûlullahın memesini meshettiği o zâif keçi Hz. Ömer’in hilâfetinde meydana gelen hicretin 18. yılındaki kıtlık ve kuraklığa kadar sağ kaldı. Yeryüzünde hayvanlar yiyecek bir şey bulamazken, biz onu sabah ve akşam sağardık.”