ŞEKER
Bazen, “Acaba çocuklarım olmasa gönlümü ferahlatacak güzel cümlelerden mahrum mu kalırdım?” diye düşünüyorum. Kelimelerden yaptıkları boyayla hüznümü, kederimi, acımı bir anda örtüyor, dindiriyor, yok ediyorlar. En zor anlarda bile tek cümleyle ortamın ışığını değiştirebilmeyi başarıyorlar. Sokağa çıkamadıkları bir bayram sabahı, güneşin davetkâr bakışları altında dışarıyı seyrettiklerinde bile.
Ramazan Bayramı’nın ilk günüydü. Biraz hüzünlüydüler. Takvimlerin bayram yazdığı bir sabahta sokağa çıkma yasağını anlamakta zorlandılar. Belki birazcık da anlamamakta direndiler. Şaşırdılar, hâliyle biraz da üzüldüler. Oğlunun yolunu gözleyen anne gibi sisli, dertli, çökmüş gözlerle sokağı temaşaya daldılar.
Öğleden sonra altmış beş yaş üstüne verilen izinle dışarı çıkan kır saçlı delikanlıları görünce gözlerinde bir anda şimşekler çaktı. Yeni bir hevesle kapıya ardıldılar ama hevesleri nafileydi. Kendilerine yasak olduğunu, yalnızca babaannelerinin çıkabileceğini söylediğimde hinliklerle dolu akıllarına bir hinlik daha düştü. “Anneee” diye bağırdı ikisi birden, “Çantamızı babaanneme ver de o toplasın bizim şekerleri…”