MAĞMUMİYET
“Alçakta yüksekte yatan erenler
Yetişin imdada aldı dert beni
Başımı alıp hangi yere gideyim
Gittiğim yerlerde buldu dert beni”
-Pir Sultan Abdal-
“Size sonsuz mutluluğu vaat etmeyeceğim. Mutluluk yalanıyla kandıranlardan olmayacağım hiçbir zaman.”. Böyle seslenince gülen yüzleriniz asılacak diye korkuyorum. Derdinize dert yükleyecek gibi cümleler. Sorgulama mekanizmamız çalışacak okumaya devam ettikçe, bitene kadar susmayacak içimizdeki vicdan. Bitene kadar susmayacak içimizdeki nefis. Bir onu, bir diğerini haklı bulacak gibiyiz. Okumayı burada bırakanlar olacak hatta. Başlığa yabancı kalıp, kelime manasını araştıranlar çıkacak aramızdan. Başlığa yabancı kalıp sayfa değiştirenlerle karşılaşacağım ardından. Bu yazı, dert içerir. “Dert söyletir, derman susturur.” diyor, İbrahim Tenekeci. Konuşmaya geldim. Bu yazı kendimle beraber bizi eleştirir. Eleştirilmek kolay olmayacak dostum. Hazırsan başlayalım.
Mağmum, gamlı demek, tasalı, dertli… Mağmumiyet, mağmum olma hali, gam üzere olmak gibi. Başlık yanlış yazılmış diyenler, vazgeçtiler düşüncelerinden. Dert deyince derman aramaya başladı bazıları, içlerinden. Peki, gam ne? Tasa ne? Dert ne olmalı? Derman kimde, nerede ve dermana nasıl ulaşmalı? Aramak gerek. Çünkü imtihan sırrı ortadan kalkana dek, ticaret merkezi olan dünyamızda, hiçbir şey kolay elde edilmeyecek. Peki, nereden başlamalıyız aramaya? Tam da burada neyi bulmak istediğimiz önem arz ediyor. “Aranacak şey derman değil, bulunması gereken şey derdin bizzat kendisi.” diyor bir röportajında, Serdar Tuncer. Herkese göre değişecek cevabımız, her kişinin ahvaline göre değişecek, hatta bazen kişilerin aynı sorulara verdiği cevapları değiştirecek zaman. Değişen cevapların arasından kendi cevabımı seçip, kendimizden konuşacağım.
Yanlış öğrettiler bize! Zannettik ki her zaman mutlu olmalı insan, zannettik ki yüzümüzde güller açmalı hep. Dert mi? Olmamalı. Gözyaşı akmamalı, saklı kalmalı içimizde. Ahvalimiz sorulursa eğer, sanki iyi demek zorundaymışız gibi. Sahte mutluluklar ürettik, sahte gülücükler saçarak tükettik kendimizi. Kendi’liğimizden olduk! Kimliğimizi kaybettik. Unuttuk ki dert varsa derman var, dert oldukça insan var. Gam, insan kelimesinden türemekteydi! İnsan ne denli gam üzereyse o denli nefes almaktaydı. Ağlamak insana has, dert insan için var, unuttuk. Yaşamak mücadele etmeyi gerektirirdi, kaçmak istedik. Rahat peşinde koşarken hep gamsız, tasasız kalmak istedik. İnsanı var kılan insanlık savaşında, hep kaybeden taraf olduk.
İnsan, mağmum oldukça insan. Gam varsa insan yaşıyor demektir. Memnuniyete mecburmuşuz gibi bir algı var üzerimizde; ne söylenilirse kabul, ne varsa karşımıza çıkan makbulmüş gibi! Şükürsüz değilim ama oturup sürekli kahkaha atmak değil yaşamak.
Yaşamaktan bahsediyorum. Yaşamak için elde ettiğimiz imkânlardan, güçten ve kazançtan değil! Yaşamak için ihtiyacımız olan isteklerimize, dertlerimize ve elde edemediklerimize dikkat çekiyorum. Neyimiz eksik daha çok? Dünya dolusu istekler kulağımda gezintiye çıkarken dert diye söylendiklerimiz içimi sızlatıyor. Ölümden öteye geçmiyor dertlerimiz. Bu sebepten diyorum, farklı olmalı içimizde dert edindiklerimiz. Evvela derdi kazanıp sonra gel derman ara, diyor Salih Baba Divan’ında. Önce asıl derdimizi bulmalıyız. Gelip geçici olmayacak, huzura erişirken yanımızdan ayırmayacağımız bir dert kazanmalıyız.
Bazı şeyleri değiştirmek için geç kaldı insan. Zaman, para, siyaset, güç ve elde edilen imkanlar insanın varoluş maksadına dayanan bir dert kazanmasına fırsat vermedi. Dert edinenlerin içinden derdini çaldılar, eline telefon, bilgisayar, araç ruhsatı veya arsa, konut tapusu verdiler. Bir de indirime girmiş alışveriş merkezi broşürleri, hiç eksik olmadı elimizden. Her şeyin ruhsatı var zannedip azîmeti terk ettik. İnsan kardeş, kaybettik. Kalbimize kilit vurup derdimizi çaldılar kalbimizden.
İnsan, mağmum. İnsan, mağmum oldukça insan. Elimizde olanların, gönlümüzde taht kuranların, aklımızdan çıkmayanların sorgulanması gerek şimdi. Bazı şeyleri değiştirmek için geç kaldı insan. Dertlenmeliyiz, geç kaldık. Bir derdimiz olmalı. Bir davamız… Düşünmeliyiz. Elimizde, gönlümüzde ne varsa bir kenara bırakıp düşünebilmeliyiz. Geç kaldık! Bütün bu yazılanlar, insan olduğumuzu hatırlamak içindi, dert edinmek ve dertlenmek için. Kendimizle söyleşmek, kalbimizle halleşmek ve vicdanımızla yüzleşmek içindi.
Nefesimiz tükendiğinde dahi yanımızda götürebileceğimiz dertlerimiz olsun duasıyla. Dermandan önce derde ulaşmak, Hakk’ın rızasından ayrılmamak ve her zaman hakkın yanında yer almak temennisiyle… Dertle kalın.