TÜRK AKADEMİSİNDE METOTSUZLUK SORUNU VE TARİHİ ARKA PLANINA BİR BAKIŞ

19. yüzyılda Alman üniversitelerinde Humboldt’un devrimiyle birlikte aydınlanma, bilim dünyasında kendi metodunu işleteceği eğitim sistemini ortaya koydu. Platon’un akademisinin Aristo ve Roma İmparatorluğu tecrübesinden sonra Skolastik felsefe ile olan evliliğinin sonu böylelikle görünmüş oldu. Günümüzde bütün dünya dijitalleşmenin tesirini sonuna kadar hissederken akademi anlayışı da tekniğin son verimlerinden yararlanmanın yanında düşünce ve metot noktasında değişimler geçiriyor. Türk akademi dünyasının tarihî serüvenindeki yükleri ile beraber önünde duran sorun bu esaslı değişim dönemini nasıl değerlendireceği ve darülfünundan itibaren topal, aksak bugüne kadar getirdiği Humboldtvari tecrübeyi nasıl kritik edeceğidir.

Voltaire’in hayran olduğu Çin tarihçiliği (1), Konfüçyüs öğretisi klasikleri üzerine yapılan çalışmalarla iki bin yıldan uzun süre işlevini yerine getirdi. 19. yüzyıldaki sömürgeci istilası ile birlikte radikal değişikliklere mecbur kalan imparatorluk akademiyi bu uzun soluklu geleneği değiştirmeye zorladı. Asırlar boyu arşivlerde biriken miras farklı açılardan kritik edilerek ve oryantalistlerin çalışmalarına açılarak ortaya yeni bir ilmî anlayış çıkarıldı. 17. yüzyılda “barbar dili” olarak gördüğü Avrupa dilleri ile biliminden ortaya çıkan yeni bilim anlayışını ve tekniklerini kavrayan Çin, bugün akademi hayatında kendi şarkısını söyleyebilmektedir. (2) En uzun süreli geleneğin sürdürücüsü olduğu için de bu tecrübesi önemlidir. Çin örneği kabaca 9.-19. yüzyılda klasik eğitimini sürdürebilen ve yankıları 20. yüzyılın ilk yarısına dek sürebilen İslam dünyasındaki akademik-entelektüel etkinliğin macerasındaki aksaklığa daha sağlıklı bakmamıza yarayabilir. Skolastik felsefe-bilimin Plotinus’tan İbn Rüşd vasıtası ile Aquinalı Thomas’a kadar ki uzun süreli etkinliğine benzer şekilde İslam dünyası da özellikle Beytü’l-Hikme’den itibaren Yunan, Süryani, Sasani ve hatta Hint düşüncesini kendi yöntemine göre kritik edip yeni bir usulle hayatına devam etmiştir. Osmanlı’nın gerileme paradigmasını bir kenara koyacak olursak, özellikle 1650’lerden itibaren Batı’da (Frenk memleketinde) vuku bulan yeni bir felsefe-bilim anlayışını takip etmekte yaşanan sıkıntı ve gitgide rasyonelleşen medresenin artık açılımını tamamlayan bir anlayıştaki ısrarı bu yeni usulün artık ‘’kadim’’ hâle geldiğini ve ‘’cedid’’ olanı görmemizi sekteye uğratmıştır. (2)

Tanzimat sonrası doğan merak ve ilgi özellikle kültürel-edebî sahada doğduğu için tek tük isimlerin açtığı merak çığırı hâkim anlayış olarak yerini alamamıştır. Hoca İshak Efendi başlangıç adına matematik ve fen bilimleri tercümeleri ile uğraşırken, Ali Sedad parçacık hareketlerine dair son görüşleri değerlendirirken, Salih Zeki geleceğe ufuk açmak adına bilim tarihinin mirasını eleştiriye tabi tutarken dönemin yönünü bu tarafa çevirememişlerdir. Teoman Duralı’nın tespit ettiği üzere 20. yüzyılın başındaki felsefe dili kurma çabaları da devletin durumu ve siyasi konjonktür gereği yarar-zarar ikilemine sıkışan anlayış sebebi ile gerçekleşmeyi bekleyen bir hayal olarak kalmıştır. (3)

Mehmet Akif Ersoy’un Darü’l-Hikmet’teki derslerinden oluşan Kavaid-i Edebiyye adlı eserinde ve şahsiyeti meçhul Cezmi Ertuğrul’un aynı dönemde yazdığı Dil ve Edebiyatımız ‘da belirttiği üzere bizim Fransız tesiriyle üstünkörü ele aldığımız edebiyat mevzu bile Batı’da(!) belirli bir plan ve metotlu bir eğitime tabidir.(4)(5) Biz kültürel olana yüzeysel olarak eğildiğimiz için bırakın felsefe-bilimi yakından takip etmeyi ve bilimsel araştırmaların geliştiricisi olmayı, edebi-sanatsal olanı dahi belirli bir programa aktaramamanın sıkıntısıyla karşılaştık. Bu sıkıntıyı aşma yolu olarak da gelen eki kritik edip yeni bir metot ortaya koymak yerine ayrı bir dil konuşan şairlere kendilerinden beklenmeyecek bir misyon yüklemek yolunu tercih etmeyi daha kolay bulduk. (6) 19. yüzyılda yeni usule göre açtığımız okullar her şeye rağmen yeni anlayışın peşinden giderek çağın gereklerine kulak kabartmaya çalıştılar. 1933 Üniversite Reformu geleneğin verimlerini değerlendirmedeki aksaklıkları da kayda alınarak bakıldığında özellikle Alman ekolünden gelen ‘’yeni bilgi anlayışı’’ ile günümüzdeki seviyenin esaslı kaynaklarından birini teşkil ediyor.

Bu sürece ve karşılaştırmalara baktığımızda metot sorunumuzun son birkaç yılda ortaya çıkan bir şey olmadığını, çok uzun bir sürecin sonucunda yeni bir felsefe-bilim anlayışı geliştirememenin neticelerinden yalnızca birisi olarak kendisini gösterdiğini söyleyebiliriz. Bugünden sonra gelen yeni değişim dalgasını iyi takip ederek ve dijitalleşmenin verdiği kolaylıkları sonuna kadar kullanarak (online uluslararası sempozyumlar, dijital dergicilik, yayınlardan haberdar olma noktasında internetin payı vs.) bir akademi anlayışı geliştirebilir. Özellikle son yıllarda dünyayla entegre bir şekilde, standartların üzerinde eğitim görerek uluslararası alanda söz söyleyebilecek yeni bir akademik kadronun yetiştiğini, ayrıca yayın dünyasında görünür olmaya başlayan iyi bir tercüme hareketinin olduğunu görüyoruz. Olumsuzlukları şikâyet vasıtası hâline getirmekten vazgeçip soğukkanlı bir şekilde meseleye eğildiğimizde daha uzun bir yol alacağımız aşikâr. Ali Birinci’nin talihimizin(!) kara kitabını yazarken kullandığı uç örnekler günümüzde niceliksel artışın akademiye verdiği zararı ve sistemdeki tıkanıklıkların kangren hâline geldiğini gösterse de umutlu olacak verileri de göz önüne alarak bilimsel araştırma metotlarının sıkı uygulayıcısı olmalıyız. (7) Akademi alanında söz söyleyen bir başka düşünür Eco’nun özelde tez seçimi, genelde akademide hayatta kalma yöntemi üzerine yazdığı eserinde belirttiği üzere zaten yeterince zor olan akademik hayatta konu ve hoca seçiminin bizi bir köleliğe götürmemesi ve doğru, yavaş ama emin adımlarla metotsuzluk sorununa bir teklif getirebilmenin temennisi ile bu konuyu sonlandıralım. (8)

Kaynakça

(1)Tarihin Küresel Tarihi, D.Woolf(Çev:M.Moralı), Alfa,2014

(2)http://fazlioglu.blogspot.com/2018/07/ihsan-fazlioglu-once-dil-vardi-sonra-da_18.html

(”Önce Dil Vardı, Sonra Da…”, İ.Fazlıoğlu )

(3)Felsefe-Bilim Nedir?, T.Duralı, Dergah, 2017

(4)Kavaid-i Edebiyye, M.A.Ersoy, Büyüyen Ay, 2019

(5)Dil ve Edebiyatımız, C.Ertuğrul, Büyüyen Ay, 2019

(6)Medeniyetimizin Analizi ve Geleceği, M.N.Özdemir, Ötüken, 2015

(7)Tarihimizin Kara Kitabı, A. Birinci, Kopernik, 2019

(8) Tez Nasıl Yazılır?, U. Eco(Çev: B.Parlak), Can, 2018

Deruhte Dergi

Deruhte Dergi, kendini içinde bulunduğu işin tamamından mesul görenlerden oluşur. Biz işin bir ucundan tutarak vicdanını rahatlatmayı başaramayanlarız. Edebiyatı umut ve kaygı ile seyrediyor ve bu kaygının diri tutulmasını umudumuz adına önemsiyoruz. Yazmayı salt ‘vakit öldürme aracı’ veya piyasaya(!) ürün sunma imkânı olarak görmemekte ısrar ediyoruz. Deruhte Dergi ekibi, ismiyle müsemma olmayı en büyük paye kabul eder.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir