UĞRUN
Üç gündür yollardayım. Bozkırın vücudumu dağlayan sıcağı beni kül eyledi. Yürüdükçe umutlarım kor olmaya başladı. Mataramdaki son yudumu da içtim. Kim bilir bir sonraki çeşme nerede… Karanlık çökmeden kasabaya varmalıyım. Ayağımdaki nasırların sızısına bir de alev almış toprağın sıcağıyla su toplayan ayağımın sızısı eklendi. Hasret sızısından özge sızıyı hissetmez oldum. On yıl oldu yurdumdan ayrılalı. Anamı, babamı, iki aylık nişanlımı bırakıp cepheye koştuğum günden bugüne on yıl… Yüreğim tütüyor. Bir koklasam sevdiğimi her şey sönecek. Güneş, yıldızlar, tüm dünya sönecek. Bir ben yanacağım. Belki de söneceğim. Ne ile karşılaşacağımı bilmiyorum. Zaman geçmiş ama ben geçmemişim. Dün gibi hatıralarım. Ama her şey bıraktığım gibi mi? Sağ mı sevdiğim bilmiyorum. Anam, babam sağ mı? İçimdeki heyecanı bastıran korku hissi yürüdükçe artıyor. Düşünmemeye çalışıyorum. Kendimi sıcak esen meltemin dağlardan getirdiği kekik kokularına bırakmaya çalışıyorum. Uzakta görünen ahlat ağacının altında biraz durup ayağıma doladığım bezi dikenlerden temizlemeliyim. Keşke durmuşken dimağımdaki korkuları da tastan döker gibi ahlat ağacının dibine dökebilsem. Uzaktan gelen keklik feryadı içimi daha da burkuyor. Esen yel, yaprakları dans ettirerek keklik sesine eşlik etmeye çalışıyor. Bir yılan tıslaması tüm ahengi bozuyor. Güneş devrilmeye başlarken yorgunluğun etkisiyle mahmurlaşmaya başladım. Bir an önce tepeyi aşıp kasabaya girmeli, sabah köy yoluna düşüp yuvama kavuşmalıydım. Peki hangi yuvama? Yerinde midir acaba? Bir fırtına, bir deprem… Düşünmeyeceğim.
Güneşin kızıl ışıklarını gökyüzüne sıvadığı vakit akşamın esintisiyle toprak yavaş yavaş soğumaya başladı. Gündüzü kavuran memleketimin gecesi buz keser. Kasabadaki yaşlı halamın kapısını çalsam beni misafir eder mi diye düşünürken çeşmenin başına doğru yöneldim. Söğüt dalının altındaki çeşmeyi büyüklü küçüklü koyunlar, keçiler sarmıştı. Beni gören çoban köpekleri üzerime seğirtmeye başladı. Boğazlarında demir dikenli tasmalarla var güçleriyle nefes nefese koşarken çobanın bir ıslığıyla duruverdiler. Köpeklerin sessizce dağılmalarıyla çobana doğru yürümeye başladım. Çobanın bizim köylü olma ihtimali yüreğimde karıncalanmalara sebep oldu. Dermansız bacaklarım otların arasında birbirine dolaşarak ilerliyor. Yıkıldım, yıkılacağım. Bu heyecan günlerdir çektiğim yolculuğun cefasını bir anda sildi. Gözlerimin yorgunluğu ve akşamın kara ışıkları çobanı uzaktan tanımamı güçleştiriyordu. Yavaş yavaş çobanın yanına vardım. Çoban, bizim evin yanındaki Hüseyin Amca’nın çobanı Süleyman’dı. Beni tanımadı. Selam verip yanına oturdum. Nereden geldiğimi, nereye gittiğimi, adımı sordu. Sustum. Tanımaması benim hüznümü boğazıma mıhlamıştı. Biz bu adamla çok vakit geçirmiştik. Dağlarda beraber kaldık, aynı tastan yemek yemiştik. Nişanımda karşılıklı oynamıştık. Zoruma gitti. Ben cevap vermeyince ayağa kalktı ve gitmeye yeltendi. Sessizliği bozdum: “Karacahisar’da Hacı Bekir vardı o ne yapar şimdi?” dedim. Çoban şaşırdı. Babamı sorduğuma mı yoksa benim konuştuğuma mı şaşırdı bilmiyorum. Merakla “Biraz yaşlandı ama iyidir. Neden sorarsın sen kimsin?” dedi. Onun sorularını duymadan sevinçle “Peki ya gelini?” diyerek heyecanla ayağa kalktım. Boynunu büktü. “Oğlu Yusuf’un şehit haberi gelince gelini Kara Ali’nin oğluna verdiler.” İşte ben Trablus’ta, Süveyş’te, Irak’ta ölmedim de orada öldüm. Ölmeden öldüm. Genzimden ciğerime doğru kanadım. Dizlerim tutmadı. Orada kalmak istemedim. Ama yürüyecek gücüm de yoktu. Yine de ilerledim dizimdeki bir pıhtı dermanla. Çoban Süleyman peşimden geldi: “Kimsin? Necisin? Ne oldu?” Ona bakmadan ilerledim. “Benim adım yoktur. Uğrun diye bil sen. Haydi selametle…”
Yazarın kelime dağarcığı üstü kapalı sade bir anlatımla çok güzel kendini saklamış olsa da biz edebiyatçıların gözünden kaçamıyor. İbrahim kardeşim gibi keşfedilecek nice yazan ama bunu bloglarda, sosyal medyada paylaşmayan Reşat Nuriler, Namık Kemaller var.
İçinde bulunduğumuz zamanı sorgulayıp duranlardanız biz de, okurken kendime de pay çıkardığım satırlar oldu. Ne güzel anlatmış yazar “Yüreğim tütüyor” birçok duyguyu yansıtan şu cümleye bıraktım kalbimi. Kalemine sağlık.