YAKASIZ ŞEHİR
“Ne kadar yakınınız olursa olsun, bir başkasının içinden geçenler daima bir meçhul olarak kalacaktır. Bir yastıkta uyuyanlar bile birbirlerinin rüyalarını bilmezler.”
-Ahmet Hamdi Tanpınar.
Şehrin iki gönlü bir araya gelemiyor. Aynı yakada bambaşka benlikler soluyor. Bir ömür, gri bulutların arasında debelenirken bir diğer ömür, ahenkli surlarında keyif çatıyor. Üst üste dizilmiş evlerimizde ne çok bambaşkalıklar yaşanıyor. Kaç enkazın yanından habersiz geçiyoruz kim bilir? Kaç kez kaybediyoruz birbirimizi?
Yan yana yürüyen iki insan olarak, kendi sınırlarımızda bambaşka yollara sapıyoruz. Aynı kaldırımlara bambaşka adımlar, aynı göğe bambaşka bakışlar atıyor; günlere bambaşka güzlükler, saatlere bambaşka hisler döküyoruz. Aynı evlere bambaşka kapılardan giriyoruz.
Nasıl oluyor da bu kadar başkalıkla aynı yakada barınabiliyoruz? Aynı şehir birimize nefes olurken, bir diğerimizin soluğunu nasıl oluyor da kesebiliyor? Nasıl oluyor da aynı vakitlerde birbirimizden farklı hülyalara dalıyor ve hiçbir vakit birbirimize çarpmıyoruz? Yoksa her birimiz -evini sırtında taşıyan kaplumbağalar misali- şahsımıza münhasır şehirleri mi sırtlanıyoruz?
Birbirimize hem çok yakın hem çok uzak geliyoruz. Aslında belki de her birimiz, dünyadaki insan sayısı kadar şehir ediyoruz.
Nasıl güzel. Yine çok güzel …
Teşekkür ederimm.🤗🌸