YAZIYLA DENİZİN ARASI
Aslında çok müşteki bir insan olmama rağmen bu satırlarımı şikâyetlerimi sıralamaktan ziyade, şikâyet ettiğim durumların bazen bende bıraktığı güzel hisleri aktarmak için karalayacağım. Daha önceki bir anımda memleketimi söylemiştim. Kısaca memleketimle ilgili bilgi vereyim de şikâyetten tebessüme giden yolumu an-ı-latmaya başlayayım sizlere.
Memleketim Gördes; Manisa iline bağlı, il merkezinden yaklaşık 100 km, en yakın şehirlerarası yola (İzmir-İstanbul) 50 kilometre uzaklıkta, rakımı 620 dolaylarında, yalnız ilçe merkeziyle on bin nüfuslu, köyleriyle -hoş, büyükşehir kanunuyla köylerimiz de mahalle oldu ama- beraber nüfusu otuz bine ulaşan bir küçük ilçedir. Nüfustan anlaşılacağı üzere kırsal yerleşim özelliklerinin görüldüğü bir yer olduğu anlaşılıyor. İlçeye ulaşımda en işlek yol Akhisar-Gördes yolu. Akhisar ile arasında 59 kilometrelik bir mesafe mevcut. Akhisar’ın rakımı 94, Gördesin 650 metre. Malumunuz, aradaki mesafe bu rakım farkını da yanına alarak, üzerine virajlarda eklenerek daha bir uzun hâle geliyor, hemşehrilerim de benim gibi zorlu parkurları aşarak evine ulaşabiliyor ancak. Bir hikâye anlatılır; burada ismini vermemin uygun olmadığı fakat herkesce bilinen merkezi ve fabrikası Manisa’da bulunan bir markanın sahibi fabrikaya sık sık yaptığı ziyaretlerinden birisinde işçilerinin listesine göz gezdirir. Listede işçilerin doğum yerleri de mevcuttur. Sahip kişi bakar listelere, doğal olarak çalışanları arasında doğum yeri Gördes olanların bir hayli kalabalık bir çoğunluk oluşturduğunu fark eder. Orada bulunanlara sorunca, Gördes’in verimsiz toprakları olduğu, hayatı kazanmanın zorlu şartlarla sağlandığı anlatılarıyla cevap alır. Der ki kendi kendine “Onlar geleceğine biz bir kısımımızı götürelim oraya.” Düşüncesi güzel fakat yola çıkıp ilçeyi ziyaret etmeye kalkınca fikrinden cayar. Akhisar- Gördes yolunun yarısında “Bu dağın başına fabrika falan kurulmaz.” diyerek geri döner. Şimdiki zamana gelirsek bu sahip kişi Gördes’e bir maden kurdu. Rivayet bu, hikâyenin yaşanmış olup olmadığı pek bilinmiyor, yaşanmışsa niyetinden tam olarak caymamış deriz, yaşanmamışsa konuşmaya gerek yok fazlasını. Sanırım Gördes’i tanıtma faslını biraz uzun tuttum.
Gördes böyle bir memleketken, ben sekiz yıl önce okul için gurbete çıktım. Dört yılımı Eşme’de (Uşak) ve geri kalan yıllarımı Ankara’da okuyarak geçirdim, halen gurbetteyim. İşte yine bir gurbet dönüşü, her zaman yaptığım gibi önce, Ankara’dan Akhisar’a, aradan da Gördes’e geçecekken başıma gelen kısa ve tatlı hadiseyi dillendirmek istiyorum. Önceden Gördes otobüsleri olurdu, biraz eski ve rahatsız olurlardı. Son iki yıldır işe büyükşehir el attı ve otobüsleri kaldırıp yerlerine son model minibüsler koydu. Tabii ki koltuk sayısı azaldı. Gördes’e giden minibüse bindim. Araç dolu olduğu için ayakta kaldım. Hâlbuki oturup, biraz uyumayı düşlüyordum. Ayakta müzik dinleyerek giderken tam önümdeki koltukta oturan yaşlı amca adımı sordu. Adımı öğrenince muhabbetimiz de başladı. Hangi köyden olduğumu, okulumu, neler yaptığımı, bundan sonra neler yapacağımı iyice soruşturduktan sonra; “sana bir soru soracağım” dedi. “Sor amca!” deyince soru geldi: “Yazıyla denizin arasında ne var?” Soru, dedi ya amca, ben “var” kelimesiyle bir mesafeyi soruyor zannedip başladım düşünmeye. Yazı neresiydi acaba? Ben düşünürken amcamız gururlanarak “bilemedin değil mi?” deyiverdi. Kafamı sallayarak onayladım. Amca ne demek istediğini anlattı bunun üzerine. Hem de daha önce ben gibi ağına düşürdüğü bir başka talebenin hikâyesiyle birlikte. Amcamız çobanlık edermiş bazen. O dağlarda gezerken Karadeniz Teknik Üniversitesinde yüksek lisans yaptığını söyleyen bir genç gelmiş vaktiyle yanına. Bu soruyu sormuş, o da cevap verememiş. Sorunun cevabını vereyim diyemeyeceğim, çünkü amcamız soru sormuyormuş. Meğerse bir durumu ifade eden cümle kuruyormuş. Yani “yazıyla denizin arasında ne var.” cümlesini soru gibi soruyor, karşısındakilere oyun yapıyormuş. Bunu açıklamaya çalışırken öyle gururla gülümsüyordu ki onun tebessümüne eşlik etmekten başka bir şey gelmedi elimden. Bu sorunun üzerine amcamız bir sürü nasihatte bulundu. Biz gençlerin çok çalışmamız gerektiğini, çok okumamız gerektiğini ve daha nice tavsiyeyi sıraladı yol boyunca.
Amcamızın ineceği yer yol üstünde bir yerdi. Minibüs yaklaşınca benden şoföre durması için bağırmamı istedi. Ben de isteğini yerine getirmek için bağırdım ama amcamız beğenmedi. “Senin de sesin hiç çıkmıyormuş be!” diye sitem etti, yüzümde bir tebessüm bırakarak indi minibüsten. Bana da normalde sıkıcı geçen çetin yolculuktan geriye bir hatıra kaldı.