YIKILMA SAKIN
Sene 1969. Ataol Behramoğlu Trabzon’dan Malazgirt’e sürgün olarak gönderilmişti. Hapishanede zor anlar geçirdiği bir zamanda eline alır kalemi ve kağıdı, “Yıkılma Sakın” adını verdiği şiirini yazar ve gönderir bir dostun aracılığıyla en yakın dostu olan İsmet Özel’e. İsmet Özel mektubu alır, okur şiiri. Her dizesinde hisseder dostunun çaresizliğini, tükenmişliğini. Bir mektupla, bir şiirle cevap vermek ister lakin o da Muş’ta askerdedir. Hem askerlik yapıp hem kalem tutmak ne mümkün!? Ne yapar ne eder şiirini tamamlayıp gönderir bir şekilde. Nasıl yazdığını buyrun kendisinden okuyalım:
”O sırada Ataol Behramoğlu, Trabzon’dan Malazgirt’e sürgün ve hapis gitmişti.
Ve elden, bana ”Yıkılma Sakın” adlı şiirini gönderdi.
Askerdi, yedek subay.
Bir subaya karşı gelmekten hapsedilmişti.
Muş’a gelen Malazgirtli Orhan adlı bir çocuk, Ataol’un şiirini getirdi bana.
Ben de ona bir şiirle cevap vereyim dedim.
Ama nasıl yapacağım?
Hem askerlik hem şiir olmuyor?
Hemen bir formül buldum.
Diş çektirene üç gün istirahat veriyorlardı.
Ağzımda da diş kökleri vardı.
Dişçiye çıktım, üç diş kökü aldırdım ve üç gün istirahat aldım.
Üç gün uğraştım, didindim, ama şiir bitmedi.
Bitmeyince gene dişçiye çıktım, dedim ki “şu dişleri çek.”
Çürük olan ama tedaviyle kurtarılabilecek olan iki dişimi çektirdim.
Dolayısıyla üç gün daha dinlenme imkanı doğdu ve altı gün içinde şiiri bitirdim. ”
İsmet Özel’in yazdığı bu şiirin adı dostunun şiirinin ismiyle aynıydı: “YIKILMA SAKIN”
Şimdi şiirlere bakalım. Önce Ataol Behramoğlu’nun yazmış olduğu Yıkılma Sakın’ı okuyalım:
Kötü şey uzakta olmak
Dostlarından, sevdiğin kadından
Yasaklanmak bütün yaşantılara
Seni tamamlayan, arındıran
Kapatıldığın dört duvar arasında
Sağlıklı, genç bir adam olarak
Neler gelmez ki insanın aklına
Sevinçli, özgür günlere dair
Kalmıştır yüzlerce yıl uzakta
Onunla ilk kez öpüştüğün şehir
Acı, zehir zemberek bir hüzün
Kalbinden gırtlağına doğru yükselir
Görüyorsun işte küçük adamları
Köhnemiş silahlarıyla saldıran sana
Kimi tutsak düşmüş kendi dünyasına
Kimisi düpedüz halk düşmanı
Diren öyleyse, diren, yılma
Yürüt daha bir inatla kavganı
Babeuf’u hatırla, Nazım Hikmet’i
Bir umut ateşi gibi parlayan zindanlarda
Hatırla Danko’nun tutuşan kalbini
Karanlıkları yırtmak arzusuyla
Ve faşizme karşı, zulme, zorbalığa
Düşün acılar içinde vuruşan kardeşleri
Elbette vardır bir diyeceği, bir haberi
Bir kaçağa çay sunan Kürt kadınlarının
Dağlar dilsizdir yalçındır
Ama gün gelir bir diyeceği olur onların da
Ve dağlar, ıssız tarlalar başladı mı konuşmaya
Susmazlar bir daha, söz artık onlarındır
Kötü şey uzakta olmak
Dostlarından, sevdiğin kadından
Yasaklanmak bütün yaşantılara
Seni tamamlayan, arındıran
Ama bir devrimciyi hakli kılan
Biraz da acılardır unutma
Yıkılma sakın geçerken günler
Yaralayarak gençliğini
Onurlu, güzel geleceklerin
Biziz habercileri düşün ki
Ve halkın bağrında bir inci gibi
Büyüyüp gelişmektedir zafer.
Şimdi de İsmet Özel cevap versin bu şiire kendi “Yıkılma Sakın”ı ile…
Sana durlanmış kelimeler getireceğim
pörsümüş bir dünyayı kahreden kelimeler
kelimeler, bazısı tüyden bazısı demir
seni çünkü dik tutacak bilirim
kabzenin, çekicin ve divitin
tutulduğu yerden parlayan şiir.
Zorlu bir kış geçirdim, seninki gibi neftî
acıktım, bitlendim, bir yerlerim sancıdı
sökmedi ama hoyrat kuralları faşizmin
çünkü kalbim aşktan çatlayıp yarılırdı.
Her sabah çarpışarak çekilirdi karanlık alnacımdan
acılar bile duymadım kof yürekler önünde
beynim her sabah devrimcinin beyniydi
ayaklarım donukladı gelgelelim
sağlığın yerinde mi?
Yaraların kabuğu kolayca kaldırılıyor
halkın doğurgan dünyasına dalmakla
onların güneşe çarpan sesini anlamayan
dört duvarın, tel örgünün, meşhur yasakların sahipleri
seyir bile edemezken içimizdeki şenliği
yılgı yanımıza yanaşmazken
bizi kıvıl kıvıl bekliyorken hayat
yıkılmak elinde mi?
Boşuna mı sokuldu bankalara
petrol borularına kundak
kurşun işçinin böğrünü boşuna mı örseledi
varsın zındanların uğultusu vursun kulaklarımıza
yaşamak
bizimçün dokunaklı bir şarkı değil ki.
Bu yürek gökle barışkın yaşamaya alışmış bir kere
ve inatla çevrilmiş toprağın çılgarına
yazık ki uzaktır kuşları, sokaklarıyla bizim olan şehir
ama ancak laneti hırsla tırpanlayamamak koyuyor insana
öpüşler, yatağa birden yuvarlanışlar
sevgiyle hatırlansa bile hatta.
Köpüren, köpürtücü bir hayatın nadasıdır kardeşim
bütün devrimcilerin çektikleri
biliriz dünyadaki yorgunluk habire mızraklanır
dağlarda gürbüz bir ölümdür bizim arkadaşlarınki
pusmuş bir şahanız şimdilik, ne kadar şahan olsak
ama budandıkça fışkıran da bizleriz
ölüyoruz, demek ki yaşanılacak…
“İsmi Özel” bir şair olmak böyle bir karşılık vermeyi gerektirir dostuna 🙂